17 Mayıs 2008 00:00
ZEUS SUNAĞI
Troya kralı Priyamos; yanında seyisi ve altın değnekli kılavuz tanrı Hermesle birlikte oğlu Hektoru öldüren Ahilleusun barakasına geldi. Katırların çektiği arabanın içi çok değerli armağanlarla doluydu...
Troya kralı Priyamos; yanında seyisi ve altın değnekli kılavuz tanrı Hermesle birlikte oğlu Hektoru öldüren Ahilleusun barakasına geldi. Katırların çektiği arabanın içi çok değerli armağanlarla doluydu... Onları Ahilleusa verip oğlunun ölüsünü geri alacaktı!..
Tanrı Hermes, nöbetçi askerlere göstermeden arabayı Ahilleusun avlusuna aldıktan sonra gerçek kimliğini Priyamosa açıkladı ve artık ayrılacağını söyledi. Bunun üzerine altın sandallarıyla hafifçe sıçrar sıçramaz birden havalandı ve Olimpos tanrılar ülkesine doğru, kimselere görünmeden son hızla uçup gitti... Kral ihtiyar Priyamos da tanrı Hermesin açık bıraktığı kapıdan, kimselere görünmeden sessizce Ahilleusun odasına dalıverdi!.. Sonra da masasında tek başına oturan Ahilleusun yanına vardı hemen; ellerine dizlerine sarıldı. Tanrısal Ahilleus, şimdi baban da benim yaşımda olmalı. O da ihtiyarlığın o uğusuz eşiğine varmıştır!.. diye söze başladı. Çevresindeki dostları düşmanları iyi kötü, çeşit çeşit şeyler söylüyorlardır senin hakkında ona. Bu yüzden de üzülüyordur çoğu zaman... Ama hiç olmazsa senin yaşadığına dair haberler alıyordur sürekli!. O yüzden; Nasıl olsa oğlum Ahilleus, Troyadaki bu lanetli savaştan dönecek, onu sağ salim göreceğim diye gün boyu seviniyordur. Ne var ki ben onun gibi değilim; çok kötü örülmüş benim yazgım... Belki duymuşsundur; tam elli yiğit oğlum vardı benim! Ama siz Yunanistanlılar buraya geldiğinizden beri hemen hemen tamamı yok oldu!.. O gözü doymaz savaşçı tanrı Ares kırdırdı çoğunu yavrularımın. Hele biri vardı; gözümün bebeğiydi... O koruyordu halkımı, hepimizi... Yiğit Hektorumdu o benim! Onu da sen öldürdün son olarak! Yeryüzünde hiçbir insan katlanmadı benim katlandıklarıma! Şimdi de onu öldürene uzatıyorum ellerimi... Onun için, Hektorum için geldim buralara tek başıma. Onun ölüsünü almaya geldim!..
Bunun üzerine o katı Ahilleus, aniden Yunanistanda bırakıp geldiği babası kral Peleusu anımsadı; durdurulamaz bir ağlama isteği sarıverdi içini birden!.. Ağırdan ağırdan, hıçkıraraktan ağlamaya başladı. Öte yandan Hektorla vuruşurken ölen can dostu Patroklos da geldi aynı anda aklına... Hıçkırıkları ikiye katlandı bu kez... Kral Priyamos da oğlu Hektora ağlıyordu. Şu anda karşısında ağlayan Ahilleusun öldürdüğü Hektora... Yazgının bir cilvesi olarak ta buralara, onu öldüren adamın yanına gelmişti. Ne pahasına olursa olsun, hattâ yalvara yakara da olsa alıp götürmek istiyordu ölüsünü oğlunun... Belki beni de öldürür! diye arada düşünmüyor da değildi... Ama zerrece ürkmüyordu bu olasılıktan da...
Bir yandan Ahilleus, bir yandan Priyamos kendilerini öylesine gözyaşlarına kaptırdılar ki, barakanın içi dışı hıçkırıklarla doldu; söylenen sözler anlaşılmaz oldu... Bir süre sonra Ahilleusun da, kral Priyamosun da ağlama istekleri birden kesildi... Bunun üzerine hemen ayağa fırladı Ahilleus... Priyamos yerde oturmuş, başı iki ellerinin arasındaydı. Ahilleus ellerinden tutup ayağa kaldırdı kral Priyamosu. Ve ilk kez; Talihsiz ihtiyar, ne çok acılar çekmişsin! diye doğrudan seslenmeye başladı ona. Nasıl olup da buralara gelebildin tek başına? Nasıl göze aldın benimle yüz yüze gelmeyi? Ben senin nice oğullarını öldürdüm! En son olarak tanrısal Hektoru öldürdüm... Gerçekten de demirden tunçtan bir yürek varmış sende! Haydi, şöyle rahat rahat otur şu sedirin üstüne. Sen de ben de artık içimizdeki acıları uyutalım...
Ahilleus çam kütüklerinden yapılma sedirin üstüne oturttu kral Priyamosu yavaşça. Sonra da; Ne gelir elden senin de benim de yasımız büyükse?.. diye yeniden başladı konuşmaya. Tanrılar insanlara hep yas içinde yaşasınlar diye yazgı üstüne yazgı dokudular! Ama kendilerinin hiç böyle kaygıları, tasaları yok!.. Zaten baştanrı Zeusun penceresinde hep iki küp durur: Biri kötülüklerle, biri iyiliklerle doludur. Habire karıştırır onları Zeus. Sonra da canı istedikçe insanların üstüne serper Olimposun tepelerinden. Kimleri çok az, kimileri çok fazla, kötülükten ya da iyilikten yana, işte böyle böyle paylarını alır insanlar. Yani acıları bölüştürmede bile bir adaleti yoktur tanrıların!.. Bak, durmadan savaşları körüklüyorlar; insanlar birbirlerini boğazlasın diye. Sonra da bu savaşın nimetlerinden, örneğin bizim başkral Agamemnon kazanıyor, onun hısım akrabası kazanıyor... Tanrıların kendileri kazanıyor; örneğin onlara kurbanlar kesiliyor, tapınaklar dikiliyor... Ama zavallı genç oğullar, bu egemenlerin tutkuları uğruna, dünyayı tadamadan kırılıp kırılıp gidiyorlar... Burada biraz soluklandı Ahilleus; salonda kendisini can kulağıyla dinleyenlere baktı...
İhtiyar Priyamos, gerçekten de içtenlikle konuştuğuna inanmaya başladı Ahilleusun. Başını ağrıtıyorum ihtiyar, ama içimdekileri biraz dökmeliyim diye yeniden konuşmaya başladı Ahilleus. Benim babam kral Peleusa da tanrılar bol bol armağanlar verdiler... Bir süre çok mutlu yaşadı babam. Ama sonunda durup dururken bir tanrıça koydular yatağına! Deniz tanrıçası güzel Tetisi. İşte ben o tanrıçadan doğdum. Çok kısa ömürlü tek çocuk olarak!.. Sonra beni zorla askere alıp buraya getirdiler!.. Böylece Troyada senin başına, oğullarına, hiç günahsız halkına baş belası oldum!.. Ne var ki bu lanetli savaşta ben de öleceğim! Babamın tahtına geçecek başka oğlu da yok artık... Neyse, bir zamanlar duyardık senin adını ihtiyar. Senin de, halkının da çok mutlu olduğunu duyardık...Uçsuz bucaksız Troya Ovasında, Kazdağında, çok mutlu yaşarmışsın halkınla birlikte... Ama gökyüzündeki tanrılarla yeryüzündeki krallar el ele verip senin de başına belâ üstüne belâ yağdırdılar!.. Ne yaparsın, dayanmaktan başka çıkar yol yok... Taş çatlasa öldürdüğüm oğlun Hektoru canlandıramazsın!..
Burada birden sözünü kesti... Karşısındaki sözde baş düşmanı kral Priyamosun nice uzun yoldan aç susuz geldiğini anımsadı birden! Ve yardımcılarına; Yahu konuşmaya daldık; aç mı susuz mu hiç sormadık yorgun ihtiyara! Haydi yiyecek bir şeyler hazırlayın hemen! diye buyruklar yağdırmaya başladı Ahilleus...
Yaşar Atan