20 Mayıs 2008 00:00
Adını siz koyun
Tarih: 22 Temmuz 2007. AKP oyların yüzde 47sini alarak iktidara geldi ve uzlaşı kaynağı olacağını, herkesi kucaklayacağını açıkladı ama ondan haftalar sonra artık yüzde 47nin etkisiyle mi bilinmez, uzlaşı gitti ve daha kaşları çatık bir Başbakan ve hükümet görmeye başladık.
Tarih: 22 Temmuz 2007. AKP oyların yüzde 47sini alarak iktidara geldi ve uzlaşı kaynağı olacağını, herkesi kucaklayacağını açıkladı ama ondan haftalar sonra artık yüzde 47nin etkisiyle mi bilinmez, uzlaşı gitti ve daha kaşları çatık bir Başbakan ve hükümet görmeye başladık. Kendi ideolojisinden olmayan basın kuruluşlarını kapatmak ve sansürlemek olsun, kendisini eleştiren bir yazara Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığından çıkması lazım demesiyle olsun herkese, Nerede bu uzlaşı isteyen adam nerede bu herkesi kucaklayan adam? dedirtti.
2007 yılının sonuna geldiğimizde aklımızı karıştıran bazı sorular vardı. Dünyayı etkisine alan bir ekonomik kriz beklentisi, herkesi korkar hale getirmişti. Bu krizin etkileri ne zaman tam anlamıyla kendisini gösterecekti? Hükümet bu krizi önlemek için hangi politikaları izleyecek diye düşünürken Başbakan, İspanyada kimsenin beklemediği bir anda yine gündeme oturacak bir söz etti: Başörtüsü takanlar onun inanç gereği olduğunu, siyasi simge olmadığını ifade ediyorlar. Ama bana göre siyasi simge olsa yasaklanması gerekir mi? Biz her siyasi simgeyi yasaklıyor muyuz? Bu yasağı kaldıracağız. Artık ekonomi konuşulmaz olmuştu, Acaba Başbakan özgürlükten yana mı yoksa İrana mı dönüşüyoruz? konuşmaları haftaları ayları meşgul etti. Toplum laik-anti laik olarak ayrılmaya başlamıştı ki, yine televizyondan duyduğumuz bir haber düştü ekranlara: AKPye kapatma davası açıldı! Şimdi kafalar daha da karışıktı. Bugünden sonra her şey çok daha sert ve acımasız olmaya başlamıştı. Herkesi kucaklayacağını iddia eden Başbakan, yargıya, başsavcıya ağır eleştiriler yapıyor ve kimseyi gözü görmüyordu. Yılbaşında söylenen ekonomik kriz, artık kendisini yavaş yavaş göstermeye başlıyordu. Ve o partinin yandaş medyaları da bu krizi kapatma davasına bağlıyorlardı. Ancak hâlâ yönetimden hiç kimse ekonomiyle ilgili doyurucu bir cevap vermiyordu. Hükümet, adına sosyal güvenlik dedikleri; emeği sömüren, işçiyi sömüren, geleceği sömüren bir yasa tasarısı gündeme getirmişti.
Nisan bitiyor ve 1 Mayıs yaklaşıyordu. Bazı sendikalar 1 Mayıs İşçi Bayramını Taksimde kutlamak için uzlaşı arıyordu. Ancak hükümetten olumlu yanıt alamıyorlardı. Taksimin 1 Mayıs için ne kadar önemli olduğunu söylememe gerek yok sanırım. Bunu bile bile hükümetin Taksim Meydanına izin vermemesi, bir zıtlaşma ortamı daha oluşturmuştu. Türbana üniversitelerde özgürlük isteyen ve demokrasiden bahseden bu partiye ne olmuştu? Bu olay gösterdi ki AKP, sadece kendisine demokrat.
1 Mayıs geldi ve ben de Taksimdeydim. İlk deneyimim olacaktı bu. Hayalim işçilerle, emekçilerle unutulmaz bir gün geçirmekti; çünkü ben her zaman onların yanındaydım. Hayalim kabusa dönüştü, daha ilk deneyimimde biber gazı tattım. Hayalimdeki başroller kabusumda değişmişti: polis ve ben... Sanki bir cehenneme düşmüştüm. Ve o gün isyanım büyümüş ve içimdeki devrim ateşi doruk noktasına ulaşmıştı. Kinim sözde uzlaşı partisi olan o parti ve İstanbul valisineydi. Bunlara bir de yanlış tarım politikaları damgasını vurunca, artık tüm ampuller sönmüş ve sonu görülmeyen bir yola girilmişti.
Tarih 9 Mayıs 2008
Halkının gözüne baka baka halkı fakirleştiren, seçimlerden önce zam yapmadık diye oy toplayıp seçimden günler sonra zamlara başlayan (emeklilere, işçilere, memurlara...hariç), halkın dinini sömüren, eğitim seviyesinin düşüklüğünden yararlanan, yoksul halkına iş sağlamak yerine seçim zamanlarında kömür, bakliyat...vs dağıtan, işçilere ve emekçilere acımadığını en net ve faşist bir biçimde 1 Mayısta gösteren bu partiye karşı artık oturacak mıyız? Artık örgütlenme zamanıdır, artık haykırma zamanıdır. Yazıma bir ad koyamadım; nedeni ise o parti için artık benim yakıştıracak bir sıfatım yok, her şey eksik kalıyor bence.
Bir lise öğrencisi (Küçükçekmece/İSTANBUL)