22 Mayıs 2008 00:00

AVRUPA GERÇEĞİ


Almanya’da neoliberal politikalara ve savaşlara karşı çıkan, merkezinde PDS ve WASG’nin olduğu “seçim ittifakının” resmi olarak Sol Parti adını almasının üzerinden bir yıl geçti.
Bu hafta sonu Doğu Almanya’nın Cottbus kentinde toplanacak 1. Genel Kongre’de hem partinin üzerinde bulunduğu politik platform hem de önümüzdeki dönemin hedefleri bir kez daha konuşulacak, kararlar alınacak ve yeni yönetim seçilecek.
Son bir yıl içerisinde olup bitenlere bakıldığında, sermayenin büyük partileri sürekli itibar kaybederken, sosyal adaletsizliğe ve savaşlara karşı tutum alan Sol Parti sürekli güç topladı. Avrupa başta olmak üzere pek çok ülkede emekçilerin çıkarlarını savunma temelinde ortaya çıkan sol güçler kan kaybederken Almanya gibi bir ülkede tersi bir sürecin yaşanmasının elbette maddi temelleri bulunuyor. Bunların başında her geçen yıl biraz daha ağırlaşan sosyal sıkıntılar ve halkın bunlara göstermiş olduğu tepki geliyor.
Gerhard Schröder tarafından yürürlüğe konulan Ajanda 2010’a karşı gelişen toplumsal mücadelenin üzerinden şekillenen sol güç birliği, son erken gelen seçimlerde meclise güçlü bir grup olarak girmesinden bu yana önemli gelişmeler kaydetti. Her şeyden önce, Doğu Almanya’daki eyaletlerde önemli bir güç olan Demokratik Sosyalizm Partisi (PDS), Oskar Lafontaine ve WASG ile birleşerek “Doğu partisi” olma görüntüsünü önemli ölçüde kırmış bulunuyor.
Bunda asıl olarak politik gelişmeler, emekçilerin sosyal kısıtlamalara karşı vermiş olduğu mücadele belirleyici olurken, Lafontaine gibi daha önce ülkenin en büyük partisi SPD’nin başkanlığını yapan bir şahsiyetin işin içinde olmasının da önemli payı bulunuyor. Belirtmek gerekiyor ki; PDS’in büyük-küçük ayrımı yapmadan, yutma/eritme yerine eşit koşullarda birleşmeyi kabul etmesi de bu sürece katkı sağladı.
Bu nedenledir ki, partinin üyeleri ve oy oranının önemli bölümü halen Doğu Almanya’da olmakla birlikte, Batı Almanya’da hızla gelişme kaydediliyor. Daha önce Batı Almanya’daki eyaletlerde yüzde 1-2 arasında oy alınırken, şu anda tam 4 batı eyaletinde Sol Parti parlamentoda temsil ediliyor. Elde edilen başarılar sonucunda sol güç birliğinin artık Batı Almanya’da da kalıcı olduğu herkesçe kabul ediliyor.
Son kamuoyu yoklamalarına göre, Sol Parti şu anda Almanya’nın üçüncü büyük gücü konumunda. Önümüzdeki seçimlerde yüzde 16’ya kadar oy alabileceği tahmin ediliyor. 2005’te yüzde 8.7 ile hükümet hesaplarını altüst eden Sol Parti’nin belirtilen oy oranına ulaşması durumunda, ülkedeki havanın çok daha farklı yönde eseceği bugünden görülüyor.
Gerçekten de, “Son yıllarda hiçbir yeni parti Sol Parti kadar insanların politik duygularında değişime yol açmadı.” (Der Spiegel, 21/08) İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra oluşan dengeler uzun süre aynı kaldı. Üç parti üzerinden kurulan sistemi, 1980’lerde Yeşiller, şimdi ise Sol Parti değiştirdi. Bu yüzden ülkede beş partili bir sisteme göre yeni koalisyon ihtimallerine, Sol Parti dışında herkesin açık olması gerektiği sermaye basını tarafından sıkça dile getiriliyor.
Bundan iki-üç yıl önce Sol Parti’nin gündeme getirdiği, ancak diğer partilerin şiddetle karşı çıktığı yasal asgari ücret, servet vergisi, çalışanlardan daha az vergi alınması, ev ile işyeri arasındaki yol masraflarının vergiden düşürülmesinde eski sisteme dönülmesi gibi konular, artık toplumun çok ezici bir kesimi tarafından kabul görüyor. En önemlisi de hükümetteki muhafazakar ve sosyal demokrat partiler de, önümüzdeki yıl yapılacak genel seçimlerin de etkisiyle, şimdi daha fazla “sosyal adalet”ten söz eder oldu. Sol Parti’nin taleplerini farklı biçimlerde ambalaj ederek sunuyorlar.
Bu bakımdan Lafontaine, “Biz muhalefetten yönetiyoruz” derken çok da haksız sayılmaz.
Sol Parti’nin sürekli güç kazanmasının maddi temelleri gün geçtikçe daha fazla gelişiyor. Her şeyden önce mevcut hükümet ve daha önce onlara ortaklık eden muhalefet partilerinin işsizlik ve yoksulluk gibi temel sorunlar konusunda çözümleri bulunmuyor. Buna karşın, işsizlik ve yoksulluk almış başını gidiyor.
Hafta başında hükümet tarafından açıklanan “Zenginlik ve Yoksulluk Raporu”nda her şey ortaya konuluyor.
Avrupa’nın bu en zengin ülkesinde 20 milyon insan yoksulluk içerisinde yaşıyor. Başka bir değişle, halkın yüzde 13’ü yoksulluk sınırının altında, yüzde 13’ü yoksulluk sınırının biraz üzerinde yaşıyor. Yoksulluk içerisinde yaşayan göçmenlerin oranı ise yüzde 28. Buna karşın, sermaye kesimlerinin kazançları yıldan yıla artıyor.
Yani sınıflar arasındaki çelişki hızla derinleşiyor. Ve bunların tümü hükümetin resmi raporunda ifade ediliyor.
İşte Sol Parti ve Oskar Lafontaine de, derinleşen bu çelişkiyi çarpıcı bir şekilde ortaya koyarak, çözümlerini sıradan vatandaşların anlayabileceği şekilde formüle ederek güç kazanıyor.
Politik gelişmeler, sol güç birliğinin bugüne kadar sürdürmüş olduğu duruşu göstermeye devam etmesi, iç gerilimlere takılmaması durumunda, güçlenme olanaklarının fazla olduğunu gösteriyor.
Yücel Özdemir

Evrensel'i Takip Et