25 Mayıs 2008 00:00

dünyanın özgür ruhları: göçer çingeneler

“Çingene, bizzat bahardır” demiş ya Ahmet Haşim, bu baharın gelişini egemenler, emekçilere ve Anadolu’daki halklara saldırarak başlattılar. Önce Kürt halkının yeniden doğuş günü, yani baharın başlangıcı olarak kutladığı Newroz gününde Kürtlerin üzerine amansız saldırdılar.

Paylaş

“Kimsin ve nereden geliyorsun?
Neden kim olduğunu unuttun? Ey sevgili!
Bu bitli Gorgio’lar sizlere pis ve yanlış adlar verdiler
Lubni ve Mugni gibi, Horasani ve Osmani gibi
oysa sen Hindistan Ana’nın unutulmuş çocuğusun, bugün Romni
diye anılan Ramni’sin.
Aslında sen Nil’in, Fırat’ın ve Tuna’nın sularıyla karışıp
akıp giden Ganj suyusun.”
J.S. Pathania

“Çingene, bizzat bahardır” demiş ya Ahmet Haşim, bu baharın gelişini egemenler, emekçilere ve Anadolu’daki halklara saldırarak başlattılar. Önce Kürt halkının yeniden doğuş günü, yani baharın başlangıcı olarak kutladığı Newroz gününde Kürtlerin üzerine amansız saldırdılar. Ortadoğu’nun bu kadim bayramını yine, bu kadim halkı döverek, linç ederek ve kurşunlayarak, kutlamalarına izin vermediler. Daha o vahşetin yaraları sarılmadan, işçi sınıfının “birlik ve dayanışma” bayramı olan 1 Mayıs’ta da ülkenin emekçilerinin üzerine gaz bombalarıyla, sopalarla ve coplarla saldırdılar.
Küresel sermaye ve onun yerli ortakları, bu ülkedeki emekçilere ve halklara bu denli pervazsızca saldırırken, bir yandan da onların yıllardır süren mücadeleleriyle kazanmış olduğu haklarını gasp etmek için kolları sıvadı; yeni sosyal güvenlik yasasıyla bunu önemli ölçüde gerçekleştirdi.
Egemenlerin son yıllarda planladığı bir başka saldırı da, kent merkezlerini işçilerden, emekçilerden, yoksullardan ve kendilerinden olmayan “ötekilerden” arındırmaydı. Bu planlarının bir parçası olarak bu kez çingenelerin yaşadığı mahallelere göz diktiler. Yüzyıllardır bu topraklarda yaşayan; toplum dışına itilen, ezilen ve dışlanmaya devam eden bu halkı, yıllardır hor görüp yaşadıkları bu ülkenin vatandaşlığına bile kabul etmeyenler, bu kez de onların yaşadıkları evlere göz diktiler. Çingenelerin yoğun olarak yaşadıkları Sulukule’yi yerle bir edip, onları çepere doğru itme planını işleme koydular. Ve yine bu saldırıyı da onların Newroz’u olan Hıdrellez bayramına yakın günlerde şiddetlendirdiler.
Tüm bunlar olurken kentlerin çevrelerine, arka mahallelerin boş arsalarına, köylerin yanı başına, tıpkı geçen yıllardaki gibi at arabalarıyla, sepetli motorlarıyla, eski model arabalarıyla çocuklar, kadınlar ve erkekler geliverdiler. Koyu esmer tenleri, kirli giysileri, güneşten yanmış yüzleri, elleri ve küçük kara çocuklarıyla, bir çadıra sıkışmış hayatlarıyla ve hareketin sonsuzluğu içinde yaşamak için direnen bir halktır çingeneler.

Her yörede farklı isim
Günümüzde dünyanın dört bir yanına dağılmış olarak yaşayan Çingeneler, tarihçilerin yaptığı çalışmalara göre Gazneli Mahmud’un Hindistan’ı işgali sırasında göç etmeye başladılar. Arabistan ve Mısır üzerinden kuzey Afrika’ya; İran ve Türkiye üzerinden de Avrupa’ya ve dünyaya yayıldılar. Çingeneler yaşadıkları her ülkede değişik adlarla anılırlar. Anadolu’da neredeyse her kentte farklı bir isimle anılmaktalar. Örneğin; Çingan (Maçka), Çincane (İkizdere), Çingân (Akçaabat), Çingit “göçebe, çingene” (Amasya, Samsun), Cingane “yaramaz, haşarı”, Cıngan (Şalpazarı, Ordu), Cingen, Cingit (Samsun, Bafra), Poşa, Boşa (Artvin), Abdal (K. Maraş), Cingan (Şereflikoçhisar, Ankara), Esmer Vatandaş, Kara Kuvvetleri (Edirne), Dom (Van, Hakkari), Roman (İstanbul) ve Gevende (Adıyaman) vb...

“En eski kaçakları mengeneleri
bitmiş cazgırlıkları çingenelerin
onlar da konaklamış artık temelli
ölmüş özgürlükleri çingenelerin...”

Çingeneler, dünyanın en renkli göçebe topluluklarından biridir. Büyük bölümü yerleşik hayata geçmiştir. Ülkemizde yoğun olarak yaşadıkları yerlerin başında Trakya, Çanakkale, Edirne, Tekirdağ ve İstanbul gelir. Bununla birlikte Anadolu’nun neredeyse her ilinde yaşarlar. Çingenelerin çok azı günümüzde göçebedir. Bazıları kendi istekleriyle göçebeliği bırakmış, yaşadıkları yerlerin yaşam biçimini benimsemişlerdir.
Barışçı, sanatsever, yaşam filozofu insanlardır. Kendilerine özgü yasaları vardır ama genellikle yaşadıkları toplumun dinsel inançlarını benimserler. Örneğin; bugün İç Anadolu, Adana, Antakya ve Antep bölgesinde yaşayan çingeneler, Bektaşiliği benimsemişlerdir. Kürt illerinde yaşayanlar Kürtçe konuşmaktadırlar. Bununla birlikte kendi dilleri olan “Domca” kelimeleri de Kürtçeyle karışık kullanmaktadırlar. Öte yandan, düğün ve ölü gömme törenlerinde kendi gelenek ve törelerini sürdürürler. Eskiden göçebe yaşamlarına uygun işler yaparlardı. Kadınlar falcılık yapar, dilenir ya da dans ederdi. Erkekler ise çalgı çalar, kap kacak lehimciliği, kalaycılık, hayvan ticareti, hayvan eğiticiliği gibi işlerle uğraşırlardı. Geçmişte atlarla çekilen arabalarla yapılan göçlerde artık minibüsler, sepetli motorlar ya da otomobiller kullanılmaktadır. Eski uğraşlarının yerini ise meyve toplama, asfalt dökme, kullanılmış araba ticareti, sirklerde hayvan bakıcılığı ya da eğiticiliği, hurda maden ve antika eşya alım satımı gibi işler almıştır.

Evde oturan ölür!
Bugün Anadolu’da yaşayan en yoksul halktır çingeneler. Bir lokma ekmek için dolanıp dururlar, kimliksizdirler, evsizdirler... Kentlerin yanı başına konaklarlar, kadınları ve çocukları dilenir. Erkekleri çöp toplar, hurda toplar, yazın ırgat olurlar tarlalarda, toprak sahipleri diğer ırgatlara verdiği ücretin yarısını öder onlara. Atalarının meslekleri olan; dişçilik, sünnetçilik, kalaycılık, kalburculuk, sepetçilik gibi meslekler geçersizleşmiştir. Onlar artık diğer halklardan emekçi kardeşleriyle, Kayseri’de şekerpancarı çapalarlar, Amik’te biber, Çukurova’da pamuk toplarlar. Vanlı Rewşan’la kağıt toplarlar sokak sokak.

“Yabancı ülkelerde gezinip duran,
Bu cepleri falla dolu baldırı çıplaklar
Gelecekten başka bir şeyler taşımazlar yanlarında…”

Gerçekten daha inandırıcı yalanlar söyler çingene kadını, el falına bakarken sevdalı genç kızlara; bu, onun kutsal kavgasıdır aslında, biz “gacoların” hayal bile edemediği büyük ve yoksun bir halktır çingeneler…
Özel mülkiyet duygusunu kanıksamamış bir halktır onlar, kışın başlarını sokacakları bir çadır, birkaç kap kacak ve birkaç şiltedir tüm malvarlıkları. Bir de vazgeçmedikleri kadim dostları vardır; atlar ve köpekleri… Göçer çingeneler, hâlâ hayaletler gibi dolaşırlar atlar ve köpekleriyle bu toprakları. En çok sevdikleri yiyecek “tavuk etidir”, onsuz yapamazlar. Tavuksuz kalırlarsa kümeslerine dadanırlar “geçici komşularının”. Bu işleri bu kadar kolay yapmalarının nedeni bence, özel mülkiyet duygusundan yoksun olmalarıdır. Onlar, nasıl göğün, yıldızların sahibi yok ise hiçbir şeyin de sahibi olmamalıdır, diye düşünürler. Ömürleri bir yolculuktur. Ve yine onlar derler ki, “Evde oturan ölür”... Bu minik atasözü bu halkın kimliğini ortaya çıkarmaya yeterlidir aslında…
Bir de ozanın diliyle söylersek:
“Nasıl da güzel vurulmuştum ben/sarılmıştım kanım ve kanatlarımla sana/ve ruhum bir çingene ruhu kadar/özgür olmuştu o anda...”
Kemal Vural Tarlan
ÖNCEKİ HABER

Küçük kentin müziğe büyük katkısı

SONRAKİ HABER

sen dünya ozanıydın

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...