29 Mayıs 2008 00:00

Yolunu doğaya yönelten dost: Aydın Aydemir


İşi, kimi zaman gürültüyle, kimi zaman da sessizce akıp gitmek olan hayata mı, yoksa bu akışın seyircileri durumunda olan kendimize mi kızmak gerekir. Ya da tümüne birden mi? İlişkilerin alabildiğine kopuk ve rastlantıların egemen olduğu bir ülkede yaşamak, hiç birisine olanak tanımıyor. Zaman, dolmalık bir kabak gibi oyarak, düzenin öngördüğü olay, dram ya da trajedilerle doldurmak istiyor içimizi. Ancak, başımızı kaldırıp çevremize bakabildiğimiz zaman ayırdına varabiliyoruz gelip gidenin, olup bitenin.
Eskiden zamansız bir telefon çaldığında, bir dostun yaşamını yitirdiğini anlardık hemen. Mahmurluk içinde de olsak, başımızı kaldırıp, yanımıza yöremize bakmak zorunda kalırdık. Şimdi insanlar arasına örülmüş olan duvarlar, gündüz gözüyle bile birbirlerini görmelerine engel oluyor. Hayat mücadelesi diyoruz bunun adına. İçinde savrulup dururken, bir ölüm haberi balyoz gibi iniyor başımıza. Musa Uysal ve arkadaşları Cemalettin Aydoğan, Alaittin Beyazıt ile ailesinin Cumhuriyet gazetesine verdiği ölüm ilanlarını okuyunca da öyle oldu. Ertesi gün de, yolunu kendi isteğiyle doğaya yönelttiğini öğrendim Evrensel Gazetesinden. Her ölümün erken olduğunu iddia edemem ama, beden yaşı ne olursa olsun, bilinci delikanlılık dönemini yaşayan ve işlevli olan insanların ölümünü erken bulurum. Yıllarca zorlu mücadelelerin üstesinden gelmiş, dünya görüşünden ve sanatından ödün vermemiş olan Aydın Aydemir de öyleydi.
20 Mart 1932’de Ankara Beypazarı’na bağlı Uruş Bucağında doğmuş, İstanbul Çapa Eğitim Enstitüsünün Edebiyat Bölümünü bitirmişti. Memleketin çeşitli il ve ilçelerindeki lise ve orta dereceli okullarıyla, Eğitim Enstitüsünde edebiyat ve Türkçe öğretmenliği yapmış, emekli olduktan sonra Küçükyalı’da açtığı bir kitap –kırtasiye dükkanını bir süre işletmiş, daha sonra da Didim’e taşınarak “Mavi Didim” gazetesinde yazmaya başlamıştı.
TÖB,TÖYKO, TÖB-DER gibi öğretmen örgütlerinde ve TYS’de üye, kurucu üye olan ve yönetimlerinde yer alan Aydemir, takibata uğrayıp yargılanmış, Nâzım sevdalısı bir sanatçıydı. Bu nedenle ilk çalışmaları Nâzım Hikmet üstüne olmuştur.
Aydın Aydemir, öncelikle Nâzım çalışmalarında eksik kaldığını gördüğü; (çocukluğu, ilk şiirleri, gençliği, mahpushane yılları) üzerinde yoğunlaşmıştır. Nâzım’ın ilk şiirlerini, o dönemlere ait fotoğraf, anı ve belgeleri gözü gibi saklayan kardeşi Samiye ve Seyda Yaltırım’ın da önemli katkılarıyla, bu bilgi ve belgeleri içeren “Nâzım” adlı ilk kitabını 1970 yılında yayınlamıştır. 1978 yılında yayınlanan “Nâzım Nâzım” kitabında ise; Nâzım’ın hayatında yer tutan “Sare Hanım, Seyfi Kipmen, Naci Sadullah, Seyfi Baba, Hüseyin Avni Durugün, Neşati Üster, Balcı Nuri, Eyüp Gültekin, Yakup Yıldırım, Rady Fish”in tanıklıklarına başvurmuş, ve bu kişilerin anılarına yer vermiştir.
23 Mayıs 2008 günü yitirdiğimiz Aydın Aydemir’in önemli çalışmalarından biri de “Her Şeye Rağmen” adıyla romanlaştırdığı bir devrimcinin öyküsüdür. Bu devrimci, 1951 tevkifatı gerekçeli kararında: “Babası: Ali, 1334 yılında Doyran’da Aşire’den doğma, evli, üç çdcuklu, Kasımpaşa Hacıhüsrev Büyük Yokuşu No:19’da oturur, şoförlük yapar, az okur yazar, hükümsüz” olarak belirlenen ve devrimciler tarafından “şoför İdris” olarak tanınan, İdris Erdinç’tir.
İsmail Bilen’in Moskova’dan gönderdiği militan grup arasında yer alan Abbas ve İdris, İstanbul’da Mıntıka Komitesini kurup, kısa bir faaliyet göstermelerinin ardından tutuklanmışlardır. İdris’in 1934 yılında evlendiği Emine ise, Abbas’a bağlı olarak çalışmaktadır. Polis 10 Ocak 1936 günü Kurtuluştaki parti evini basarak Abbas ve Emine’yi tutuklar. İşkenceden ötürü Abbas çıldırır, Emine ise bir iki yıl sonra yaşamını yitirir. Daha sonra Hatice’yle evlenen İdris TKP içindeki mücadelesini sürdürür. 1951 tevkifatında Komünist partiye girmek ve yönetici olmak “suçundan” dolayı 141. madde gereğince, beş sene ağır hapis cezasına ve bir sene sekiz ay süreyle Mustafakemalpaşa’da emniyeti umumiye nezareti altında bulundurulmasına” karar verilir. İşte “Herşeye Rağmen” son nefesine kadar sosyalist mücadeleden ödün vermemiş olan İdris Erdinç ve ailesinin çileli ama örnek alınacak yaşam öyküsüdür.
Önsöz Gibi başlığıyla yazdığı giriş yazısında: “Bu ülke hepimizin ülkesi… Ülkemiz komünizm sözcüğünden çektiğini hiçbir şeyden çekmedi. Ozanlarımız, yazarlarımız, bilim adamları, sanatçılar, aydınlar, halktan, emekten, emekçiden yana kim varsa; kimler varsa, hapis damlarından, işkence odalarına değin, sakat kalmak, ölmek dahil her tür alçaklığın tezgahından geçtiler… Vahşi kapitalızmin vurucu gücü faşizmin kiralık katilleri, tetikçileri, zorbaları, ajanları uçan kuşun kanadında, denizlerin dalgalarında, kibrit kutularının üstündeki markalarda, tuvaletlerin duvarlarında, kitapların satır aralarında çarpık beyinlerinin yarattığı kurgularla az mı ocak söndürdüler?...
Ya toplum kıyımlarının yapıldığı 12 Mart 1971’ler, 12 Eylül 1980’ler… Bizim de ailecek payımıza düşeni aldığımız bu iki faşist dönem Nasıl Unutulur” diyen Aydın Aydemir, darbe dönemlerini ülke genelinde ve hayatın her alanında mercek altına alarak irdeliyor bu kitapta. İnanıyorum ki, yaşasaydı özgün eserler vermeyi sürdürürdü. Bir çiçek sunamadığımız Aydın Aydemir’e sevgi yüklü “Nasıl Unuturuz” selâmları göndererek.
Güngör Gençay

Evrensel'i Takip Et