31 Mayıs 2008 00:00
ZEUS SUNAĞI
Troya kralı Priyamos, oğlunun ölüsünü almak üzere onu öldüren Ahilleusun barakasına gitti atların çektiği arabasıyla. Arabası çok değerli kurtarmalıklarla yüklüydü...
Troya kralı Priyamos, oğlunun ölüsünü almak üzere onu öldüren Ahilleusun barakasına gitti atların çektiği arabasıyla. Arabası çok değerli kurtarmalıklarla yüklüydü... Onları verip karşılığında oğlu Hektorun ölüsünü geri alacaktı... Yolculuk sırasında tanrı Hermes, insan kılığına girip ona kılavuzluk etti. Bir de alçaktan ya da yüksekten uça uça onlara yoldaş olan Baştanrı Zeusun saldığı kartal vardı sağ yanlarında.. Sonunda tanrı Hermesin yardımıyla Ahilleusla yüzyüze gelebildi ihtiyar Priyamos... O katı Ahilleus da bu güzel insan karşısında yumuşadı... Hattâ uzun süre karşılıklı ağlaştılar... Savaşın her iki taraftan acımasızca alıp alıp götürdüğü ölülerine ağladılar...
Bir süre sonra odadan çıkan Ahilleus, kendi elleriyle öldürdüğü Hektorun kanrevan içindeki bedenini hizmetlilerine yıkattırıp kararmış yaralarını berelerini zeytinyağı ve kremlerle ovalattırdı; beyaz çarşaflara sardırdı. Sonra da her gün arabasının arkasına takıp yerlerde sürüklediği Hektorun beyaz çarşaflara sarılı ölüsünü kucaklayıp köşedeki döşeğin üstüne yavaşça yatırdı...
Kandil ve çıra aydınlığında yapılan bu işlemlerden sonra Ahilleus, barakada bekleyen Priyamosun yanına gitti doğruca. Artık oğlun serbest, İhtiyar! dedi. Sonra da gidip köşedeki tahtına oturdu... Priyamosun öylece sustuğunu görünce; Bir döşekte yatıyor şimdi oğlun. Şafak sökünce de alıp götürürsün onu... Ama ilkin bir şeyler yiyelim. Sen de aç susuzsun... diye sürdürdü konuşmasını Ahilleus. Ne var ki yaşlı gözlerle düşüncelere dalıp giden Priyamos, bu yemek çağrısına eliyle hayır yanıtını verdi. Bunun üzerine hemen ayağa kalkıp; Yemeden olmaz, hadi kalk bakalım İhtiyar, diye şefkatle yeniden söze başladı Ahilleus. Hani biliyorsun, on iki çocuğu birden tanrılarca öldürülen Manisalı güzel saçlı Niyobe Ananın da son anda yemek geldi aklına! Altı yetişkin kızıyla, altı yetişkin oğlunun ölüleri yatıyordu yerlerde!... Tam on gün sonra Olimposlu tanrılar Niyobe Anaya acıdılar da onlar gömdü o yerlerde yatan çocukları... İşte tam o onuncu günü yemek geldi Niyobe Ananın aklına... Hadi, tanrısal İhtiyar, bizlerin de ağlanacak ölülerimiz çok, bu lanet savaşlar yüzünden! Ama gene de doyuralım karınlarımızı... Ondan sonra istersen oturur ağlarsın sevgili oğlun Hektora...Troyaya dönünce de doya doya ağlarsın istersen...
Öldürdüğü Hektorun babası kral Priyamosa böyle söyledi Ahilleus... Bu sözlerin ardından da hemen dışarı çıktı yeniden... Çoktandır beslettiği ve çok sevdiği ak koyunu getirtti; kendi elleriyle kesti onu. Hizmetçiler derisini yüzdüler.... Ahilleus da etleri doğradı. Şişlere geçirdiler hep birlikte. Sonra da az önce yaktıkları ateşte kızartıp sofraya koydular. Güzel, süslü sepetler içinde doğranmış ekmekler getirdi Ahilleusun uzun boylu seyisi. Herkesin önüne şarap tasları kondu dolu dolu... Hep birlikte yenildi, içildi... Ama ihtiyar Priyamos şaşakaldı Ahilleusa. Bu yüzden sık sık sevecenlikle baktı yüzüne... Ne güzel, ne soylu bir yüzü vardı onun! Boylu posluydu... Elliye yakın oğullarını, nice Troyalı masum yiğitleri kesip biçen bu adam mıydı? O bunları düşünürken aynı anda aynı duygular sağanağına kapıldı Ahilleus da. Gözleri yaşardı. Nice oğullarını bir hiç uğruna öldürdüğü karşısındaki ihtiyar adam ne kadar soyluydu davranışlarıyla, konuşmalarıyla... Yalnızca kasalarını doldurmak, köle olacak güzel kadınlar devşirmek ve dünya fatihi olmak için iki masum halkı birbirine kırdırtan Başkral Agamemnona ilençler yağdırdı içinden. İşte bu duygularla yüzüne bakakaldığı ihtiyar Priyamos; Çabuk yatır beni, tanrıçanın oğlu Ahilleus! diye sevecenlikle söze başladı. Şöyle bir güzel uyusam diyorum; etim kemiğim bir dinlense... Oğlum senin elinin altında can verdiğinden beri hiç kapanmadı gözlerim!... Tam on iki gündür hep ağladım, dövündüm... Toz-toprak içinde yuvarlandım. İşte şimdi geçti daha ilk lokma boğazımdan. Sunduğun güzel şarap ilk kez ısıttı içimi. Hepsi için sağolasın!..
Priyamosun bu söylediklerini can kulağıyla dinledikten sonra Ahilleus; Söyleyin hizmetçi kadınlara, çabucak, diye buyurdu arkadaşlarına. Avluya hemen kilimler sersinler, üstüne de bir döşek koysunlar. Yumuşak yün örtüleri, renkli yastıkları da unutmasınlar!... Hizmetçi kadınlar ellerinde yanan çıralarla apar topar çıktılar avluya. Sonra da Ahilleus; Napalım, dışarda yatacaksın çok sevgili İhtiyar! dedi Priyamosa şaka yollu. Yoksa Yunanlıların bir danışmanı buraya geldiğinde seni görürse, doğruca gider Başkralımız Agamemnona söyler!. Ben de onunla kavga mavga ederken, bakarsın Hektorun ölüsünü vermem gecikebilir!... Priyamosun yüzünün aniden hüzünle gölgelenir gibi olduğunu farkedince; Şaka söylüyorum, İhtiyar, şaka!... dedi Ahilleus. Dışarıda sepserin yatasın istedim de ondan... Nöbetçiler seni bekleyecek sabaha dek... Ama doğru söyle bana. Yani çekinmeden söyle. Tanrısal, güzel oğlun Hektoru yakıp küllerini gömmek için kaç günlük barış istersin? Kaç gün dersen o kadar gün beklerim ben. O güne dek başkral Agamemnonu da alakorum savaştan!...
Duyduklarına ilkin inanamayan Priyamosun bütün yüzüne, bir sevinç sağanağına tutulmuş gibi aniden bir gülümseme yayıldı.... Gerçekten Hektorun cenaze törenlerini barış içinde yaparsak çok hoşnut edersin beni sevgili Ahilleus!... Bu sözlerin için sağol... Biliyorsun, kentte dört yanımız sarılı; işgal altındayız. O yüzden odun kesip getirmek uzun iş; Kazdağı da, öteki dağlar da çok uzak!... Hadi sarayda Hektor için dokuz gün ağlayalım; onuncu günü yakıp gömelim. O gün halk da gerekli şölenleri yapsın. Onbirinci gün mezarın üstüne bir tümsek yığarız... Onikinci gün gene savaşırız...
Burada biraz duraladı Priyamos; Ama gerekiyorsa tabii.... diye de ekledi hemen...
Ahilleus da; Öyle olsun, Priyamos, buyurduğun gibi olsun. Dilediğin güne dek durduracağım savaşı...
Böyle dedikten sonra da, korkmasın diye kolunu okşadı ihtiyar kral Priyamosun...
Yaşar Atan