31 Mayıs 2008 00:00

Umudun öyküsü 1

Mustafa Yalçıner; Nurhak’taki çatışmanın, yeni bir başlangıcın işaretçisi olduğunu vurguladı

Paylaş

Sunu
Güzel bir dünya içindi her şey. Eşit, özgür, demokratik bir Türkiye istiyorlardı, bilimsel, anadillerinde okuyacakları bir üniversite, işçilerin emeğinin karşılığını aldığı bir toplum. Şehirlerde yaşayamıyorlardı artık, adım attıkları evler basılıyordu. Ne parlamentoculuk, ne darbecilik tartışmalarına katıldılar, ne de sivil-asker-aydın zümreyle yapılacak devrim planlarına. Küba’da zafer kazanan gerilla savaşının da etkisiyle dağa çıktılar.
Denizlerin yakalanmasından sonra ise Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu’nun (THKO) hareket tarzını değiştirerek Denizlerin kurtulması için eylemler yapmasına karar verdiler. Yola çıktıklarında uğurlarına yaşamlarını vermekten kaçınmadıkları yoldaşlarını kurtarmayı umut ediyorlardı. Bunun için uzun tartışmaların ardından Kürecik NATO Radar Üssü’nü basmaya karar verdiler. Ardından 7 kişilik grup, Mayıs 1971’de Nurhak’a gitti. Grup Sinan Cemgil, Kadir Manga, Alpaslan Özdogan, Mustafa Yalçıner, Hacı Tonak, Ahmet Erdoğan, Metin Güngör’den oluşuyordu. İnekli Köyü’nde 31 Mayıs sabahında pusuya düşürüldüler. Sinan, Kadir, Alpaslan yaşamını yitirdi, Mustafa çatışmanın göbeğinden kurtulan tek kişi oldu. Hacı çatışmadan önce yakalandı, Ahmet ile Metin’in silahları tutukluk yaptığı için çatışmaya girmediler.
Bu çatışma ve sonraki yılın Mayıs ayında önderlerini kaybeden THKO, mücadelesini daha ileri götürmek için kendini gözden geçirmek zorunda kaldı. Yürütülen tartışmalar sonucunda devrimin, işçi sınıfı içinden kurulan bir parti önderliğinde geniş kitlelerin eseri olacağına karar verildi. Bu karardan sonra devrim mücadelesi başka bir seyir izledi onlar için…

Ceren Saran

12 Mart 1971’de ordunun müdahalesinin ardından kuş uçamaz hale geldi Türkiye’de. 16 Mart’ta Deniz ve Yusuf yakalandı, daha sonra da bir ihbar sonucu Hüseyin. Denizler olmadan ne yapacaklarını öngöremediklerini belirtiyor Nurhak çatışmasından sağ kurtulan Mustafa Yalçıner. Denizlerin yakalanmasının eylem planlarını değiştirdiğini anlatıyor.
Denizleri kurtarmak için Kürecik NATO Radar Üssü’nün basılması kararı alınır daha sonra ve 7 kişilik ekip Nurhak’a gider. 31 Mayıs 1971’deki Nurhak çatışmasının ardından THKO önderlerinden Sinan Cemgil, Kadir Manga, Alpaslan Özdoğan yaşamını yitirir. Mustafa Yalçıner yaralı olarak ele geçirilir. Nurhak’ta Hacı Tonak çatışmadan önce yakalanmış, Ahmet Erdoğan ve Metin Güngör ise 2 gün sonra yakalanır. Yalçıner, dağa çıkmaya nasıl karar verildiğini, çatışmanın nasıl yaşandığını ve sonrasında nasıl değerlendirildiğini anlattı.
Halka bağlılık, militan tutum
Başlangıçta bütün arkadaşlarının Türkiye İşçi Partisi (TİP) içinde yer aldığını belirten Yalçıner, birkaç yıl sonra mücadeleye önderlik edecek olan her devrimci gibi TİP’ten koptuklarını anlatıyor. Gençlerin kendilerine sunulan parlamentoculuk ve parlamento üzerinden iktidar olma hayallerini bir kenara ittiklerini dile getiren Yalçıner, antiemperyalist tutumlarının daha fazla bastırılmasına izin vermeyerek zaman içinde TİP’ten ayrıldıklarını belirtiyor. Yalçıner, sivil-asker-aydın zümre ile yapılacak devrim tartışmalarına ise hiç katılmayarak mücadeleyi Nurhak’a doğru ilerlettiklerini söylüyor.
Sovyetler Birliği’nde Brejnev ile revizyonizmin hüküm sürdüğünü, öte yandan dünyada ‘gerilla savaşı’nın Küba’da zafer kazandığını belirten Yalçıner, ilacı, Küba’dan hareketle, kısmen de Çin’in etkisiyle kır gerillasında bulduklarını dile getiriyor. Yalçıner, silahlanmanın bir başka nedeninin de Komünizmle Mücadele Derneği, İlim Yayma Cemiyeti gibi ülkücü ve siyasal İslamcı örgütlerin silahlı saldırılarından kendilerini korumak için olduğunu söylüyor. Yalçıner, Nurhak’a giden yolu “Halka bağlılık, militan bir tutum, bunların tümünün bir arada bulunduğu bir süreçtir dağa yönelme” sözleriyle özetliyor.
Kendimizi Deniz’siz, Hüseyin’siz düşünmemiştik
Nurhak çatışmasına gidişin, yanlarına gelmeye çalışan Denizlerin yakalanmasıyla başladığını belirten Yalçıner, “Bu yakalanmalar bizim, artık dağda dolaşmaya başlamış ama bütünüyle faal hale gelmemiş bir yapılanma içerisinde, çok ciddi bir duruma yol açtı. Biz ne yapacağımızı hiç Denizler, Hüseyinler olmadan öngörmemiştik dağda” diyor. Yanlarına bir tek Sinan’ın ulaşabildiğini ifade eden Yalçıner, kendilerini Deniz ve Hüseyin’den ayrı tasarlamadıklarını, hemen hareket tarzlarını değiştirdiklerini söyledi. Başlıca kaygılarının onların kurtulmasını sağlayacak eylemler yapmak olduğuna dikkat çeken Yalçıner, “Denizlerin kurtarılması için eylem yapacak grup ile onları bekleyecek daha büyük, ana grup olarak ayrıldık. Biz 7 kişi Denizlerin kurtarılması için Kürecik Radar Üssü’nü basacaktık. 7 kişiyi bu iş için seferber etmiştik” diye eylem hazırlıklarını anlattı. Kürecik Üssü’nü basacak grubun, planların yapıldığı Ankara’dan, çok hızlı bir yürüyüşle tekrar Kürecik’e dönmek üzere yola koyulduğunu ifade eden Yalçıner, neredeyse 30 günlük yolu 5 gün ve gecede yürüdüklerini, çok yıprandıklarını ve aç kaldıklarını belirterek o gün yaşananları anlatmaya başlıyor:
Çoban sonlarını hazırlayan kişi olacaktı
“Kürecik’e bir yay çizerek başka bir yoldan ulaşmayı seçtik ve bir süre sonra bilmediğimiz, elimizdeki haritaların bittiği bölgeye geldik. Tamamen gündüzleri yaptığımız keşifle, çıkıp tepelerden görebildiğimiz kadarıyla önümüzü, öyle yürümeye yöneldik. 30 Mayıs gecesi yine hızlı bir yürüyüşle önce Göksun ırmağını geçmeye çalıştık. Başaramadık. Helete Köyü içindeki bir köprüden geçtik. Bu köyde herhangi bir problem, ihbar durumu olmadı. Ama arkasından tepeyi tırmandığımızda artık yavaş yavaş tan ağarmaya, ortalık ışımaya başlamıştı. Ve biz bilmediğimiz İnekli Köyü civarına gelmiştik. Burada bir çoban tarafından görüldük. Her ne kadar avcıyız falan dediysek de üstümüz, başımız, elimizdeki silahlar hiç avcıya benzer yanımız olmadığını ortaya koymaktaydı ve adamı ikna edemediğimizi anladım. Bir süre tartıştık, çobanı akşama kadar yanımızda alıkoyalım bekletelim, akşam yola koyulacağımız zaman tekrar serbest bırakırız diye ama bunu da yapmadık. Yavaş yavaş ortalığın ışıdığını da görerek ilk konaklayabileceğimiz yerde konakladık ve çok yorgunduk bitkindik, aynı zamanda açtık da. En son konuştuklarımızı hatırlıyorum, ilk nöbeti Sinan tutacaktı. Kürecikli olan Hacı Tonak önden gidecekti ve ilk, daha doğrusu son keşifleri yapacaktı. Radar üssüne çıkan bir Amerikan personelini taşıyan araç vardı, geçecekti o yoldan, onları saptayacaktı. O araca el koyarak o araçla gidecektik radar üssüne. Sinan nöbet tutacaktı, Hacı da silahsız önceden Kürecik’e gitmek üzere devam edecekti yola. Biz de onlarla bunu konuşup onların tepeye doğru tırmanmasını görürken uyuduk. Tepe çok yüksek değildi, muhtemelen 10 dakika içinde silah sesleriyle uyandık.”
Sinan bize doğru koşuyordu
Kendilerini gören çobanın gidip köyün muhtarına söylediğini tahmin eden Yalçıner, İnekli’nin bölgedeki telefonlu tek köy olmasının şanssızlık olduğunu dile getiriyor. Ve ekliyor ardından:
“Muhtarın jandarmaya haber vermesiyle, askerler hemen yola çıkıyorlar ve daha Sinanlar tepeye çıkarken, onlar da öbür taraftan tırmanış halindeler. Tepede az çok zirveye gelirken karşılaşıyorlar. Karşılıklı silah bırakma çağrıları yapılıyor. Sinan askerlerin başının üzerinden havayı tarayarak bize doğru koşuyor, uyandığımda onu gördüm.”
Buraya kadarmış…
Alpaslan ile kendinin Filistin’de El-Fetih kamplarında iyi eğitim gördüklerini belirten Yalçıner, “Hatırlıyorum ‘Buraya kadarmış’ diye konuştuğumuzu. Sinan tepeden aşağı koşuyor, bu tepe bizim elimizden çıkıyor demek. Bulunduğumuz yere hakim tepe bu. Tepeyi askerlerin tutması da bizim açık ateş altında kalmamız demekti. Öyle oldu nitekim biz geri çekilmeye çalıştık birbirimizi koruyarak ama bu çok da olacak bir iş değildi. Üstümüze kurşun yağıyordu. Biz geri çekilmeye çalışırken zaman alıyordu, üçümüz koruma yapıyoruz, birimiz çekiliyoruz, uzun bir çekiliş...” diyor.
Ölmekten başka şey yok
Bu sırada askerlerin sol tarafta tuttuğu tepenin arkasından askerlerin dolaşarak gelip üstlerine ateş etmeye başladıklarını söyleyen Yalçıner, bir taraftan daha ateş altında kaldıklarını söyleyerek devam ediyor anlatmaya: “Bir süre sonra sağımızda o bizim çoban tarafından gördüğümüz patika yolun hemen yanında yine bir başka dağ silsilesi onun tepeleri var, oradan da üstümüze ateş edilmeye başladı. Onların içinde sivil kişiler gördük. Köylülerden birkaçı da oradan gelmişler askerlerle birlikte ateş ediyorlar. En sonunda da biz çekilişimizi sürdürürken en arkamızdan, çekildiğimiz yönden de, çok rahat koşarak arkamızı çevirebiliyorlar, biz çömelir vaziyette yavaş yavaş çekilmeye çalışırken arkamızdan da ateş yemeye başladık ve çok yapacak bir şey kalmadı artık orda ölmekten başka bir şey yok.”
Sinan’ın parmağı tetiğe takıldı
“Ya teslim olmak ya ölmek seçenekleri vardı ve hiç teslim olmayı tartışmadık bile. Kimse öyle bir fikir de ileri sürmedi. Sonra teker teker vurulmaya başlandık. Kasığımdan yara aldım ve bacağımın koptuğunu sandım. Tüfeğim bir tarafa ben bir tarafa fırladım. En son Sinan’ın makinelisinden bir tarama sesi geldi ve muhtemelen Sinan son öldürücü yarayı aldığında parmağı tetiğe takılı kaldı, düştüğüm yerden göremiyordum artık Sinan’ı. Sonra da üstümüze ateş edilmeye devam edildi. Benim üstüme çok sayıda mermi sıkıldı. Bir yandan bana bağırıyorlardı ‘Kalk, teslim ol’ diye. Ben istesem de zaten ayağa kalkacak durumda değildim, zaten öyle bir şey de aklımdan geçmedi. Ama bu arada epey bir sıkıldı üstüme. Diğer arkadaşlarıma da sıkıldığı kesindir. Sonra hareket görmeyince yaklaştılar. Ayaklarının ucuyla bizleri çevirdiler, yere düşmüş durumda olan hepimizi. Konuşuyorlardı kendi aralarında, ‘altlarına bomba koymuş olabilirler’ gibi. Sonra geldiler aldılar arabaya koydular. Götürdüler.”
Kendimizi gözden geçirme ihtiyacı duyduk
Kayıplarla hem hareket tarzını, hem de örgütlenmeyi gözden geçirme ihtiyacı duyduklarını belirten Yalçıner, gözden geçirmenin özeleştiri sürecine dönüştüğünü anlattı. “Devrim diyorsak ve devrimde ısrar edeceksek, devrimi başarısızlığa götüren yolda ısrar edemezdik” diyen Yalçıner, özeleştiri sonucu alınan kararların ve değişikliklerin THKO özeleştirisi olarak halka ilan edildiğini dile getirdi. Özeleştirinin sonucunda Yalçıner, devrimin küçük grupların değil bizzat halk kitlelerinin eseri olacağı, Marksizm’in asıl sahibinin köylü değil işçi sınıfı olduğuna karara verdiklerini ifade etti. Devrimin başlıca örgütünün bir ordu değil işçi sınıfı içinden oluşan bir işçi sınıfı partisi olduğunu dile getiren Yalçıner, bu nedenle THKO’nun kendini feshettiğini ve yeni bir yola girdiğini anlattı.
YARIN: Nurhak’ta yakalanan Hacı Tonak anlatıyor


Deniz’e kara çalmayın

Bugün çeşitli çevrelerin ‘68 hareketi önderlerine, özellikle Deniz’e ‘kara çalma’ girişimleri bulunduğunu ifade eden Yalçıner, Avrupa Birliği yanlılığı, Kemalizm, darbecilik gibi suçlamalar yapıldığını söyledi. Özellikle Türk Solu çevresinin Deniz’i Kemalist olarak yansıtmasına dikkat çeken Yalçıner, “Deniz’in son sözü bellidir; ‘Yaşasın Marksizm Leninizm’in yüce ideolojisi’ demiştir. Kemalist olsa ‘yaşasın Kemalizm’ demeyi bilirdi. ‘Yaşasın Türk ve Kürt halklarının bağımsızlık mücadelesi’ demiştir, laf çok nettir. Lahmacun bile Kürt’tür diye lahmacun yemeyi yasaklayan birisi, antiemperyalist bayrağı Kürt halkına karşı sallamaya kalkışanlar, ‘Deniz’i savunuyorum’ diye ortalıklarda dolaşırlarsa inandırıcı olmazlar” diye konuştu.
ÖNCEKİ HABER

keşke seni önce tanısaydım

SONRAKİ HABER

Kızılırmak suyu mahkemelik oldu

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...