5 Haziran 2008 00:00

Gaziantep’ten iki şair


Sesini Bana Veren Şehir (2008) Tamer Abuşoğlu
Kimi kez şiir kitaplarının yayınlanmasında, zaman aralıkları zorunlu olarak açılıyor. Özellikle bir önceki kitabında yayınlanan şiirlerinden daha geriye düşmek istemeyenler, kitaplaşma aşamasında daha titiz davranıyorlar. Tamer Abuşoğlu da bugüne kadar dokuz şiir kitabı yayınlamış ve baştan beri şiirlerinin teknik ve estetik yapısı üzerinde özenle durmuş olan şairlerden biridir. 2001 yılından sonra, dört yıl kitapla seslenmeyen şair, 2006 yılında “Yitik Düşlerin Kıyısında” adlı kitabıyla sessizliğini bozmuş ve “Dipnotlar” adlı şiirinde: “yorgun şehrin yakarışlarına/ katarım kendimi/ okurum gözlerini penceremden” diyerek, kendisiyle kent arasında sürekli trafiğe açık olabilecek bir köprü kurmuştu. Bu kez “Zenge Yayınları”ndan çıkan yeni kitabında, şairin pencereden ayrılıp, doğduğu kent olan Gaziantep’in tarihi, coğrafyası içine girdiğini, şehir dokusunun bozulmaması yolunda uğraş veren, bugünlere getiren emekçi insanlarla ve onlara ilişkin anılarla sarmaş dolaş olduğunu görüyoruz.
Bir bilen kişi, “her insan yaşadığı yere (coğrafyaya) benzer” demiş. İşte o benzeyişten kaynaklı olarak sahiplenilen değerler, Tamer Abuşoğlu’nun: “ben bu şehre aitim/ noktasından virgülüne/ bu şehir de bana/ öznesiyle yüklemiyle/ çün buyurdu bilge/ üzerime abansa da haramiler/ bu şehri/ benden çalamazlar/ söz biter/ sevda başlar/ bu şehri/ benden alamazlar” dizelerinde belirttiği gibi, aşkla birlikte sorumluluk da yükler insana.
“Sesini Bana Veren Şehir” adıyla, şairin Gaziantep’i bütünlüklü olarak dillendirdiği kitap, on dört bölümlük tek bir şiirden oluşuyor. Okuyucuya heyecanını lirik bir dille aktaran Tamer Abuşoğlu’nun bu uzun şiiri:
“arz-ı endam ederken/ dolunay gökyüzünde/ artık çağla tadında/ bir genç kızdır, Antep/ akar bütün nehirleri/ yüreğimin dipsiz derinliğine/ Antep kokar/ bütün kitaplar/ bütün şarkılar/ Antep söyler// iklimler esrir/ ve ben baştan çıkarılmış/ mahcup aşık rolünde/ kıskanırım Antep diyen/ bütün dilleri/ antep’e vurgun her aşık/ düşmanımdır, kudurtur beni/ çünkü en çok ben sevmeliyim/ bu güzeller güzeli şehri// yüz yıllık bir uykunun koynunda/ bütün düşlerini bana verdi/ bu şehir/ yaşamış ve yaşayacak/ bütün ruhlar ben olmuşum/ zaman rahminde/ büyütürken bu şehri/ beni bir kaba doldurmuşlar/ ben Antep doğmuşum/ kaçak bir sigara kağıdında/ yakmışlar suretimi/ üflemişler zamanın gözlerine/ Antep ben olmuşum// ve göz yaşlarımı/ soğuk mezar taşlarına/ düşürdüğüm/ benim bu şehre/ aşık olduğum/ külliyen yalandır/ onun içindir ki/ burnum uzar/ gün batımlarında/aşık anlatamaz/ maşuka tutkusunu/ sevgi hafif meşrep kalır/ söz Antep’e varınca// dilim eğilir/ peyvan olur sözcüklerim/ ustam sesini/ ödünç verir/ yitik bir zamana/ benim bu şehri sevdiğim/ külliyen yalandır, sevmem/ taparım çünkü bu şehre/ bu şehir benim mabedimdir” dizeleriyle sonlanıyor.
Memleketimizin her ili, ilçesi ve köyü kendine özgü güzellikler taşır. Bu güzellikler, son zamanlarda edebiyatın çeşitli türleri aracılığıyla yazıya da akmaya başladı. Ama şair ağzından dinlemek bir başka oluyor. Okuyana daha farklı renkleri, kokuları tattırıyor, tıpkı Tamer’in bu yeni kitabında olduğu gibi

Acıların Başkenti (2004) Selahattin Karayakupoğlu
Anadolu kentlerinin birinde doğup belli bir süre sonra büyük kentlere göç eden sanatçıların çoğunluğu, arada sırada yüzlerini geriye dönüp, memleketlerindeki sanatsal ortama bakma gereği duymuyorlar. Kendilerinden sonra gelişen ya da değişen sanatsal faaliyetler üzerine iki satır yazı yazmıyorlar. Böyle bir geleneğimiz yok. Çünkü biz, birbirimizin üstüne basarak yükselmeyi biliriz de, gelişmeye, serpilmeye çalışanların önünü açmayı, onlara destek olmayı gereksiz işler olarak kabul ederiz.
Öyle ya…Bir ya da birkaç sanatçı kentten ayrıldıktan sonra orada sanat bitiyor mu?
Bitmiyor elbette. Kendini sanata, konumuz özelinde şiire adamış, insanla, emekle barışık ama sömürenlerle kavgalı olan şairler sessiz sedasız yollarına devam ediyorlar. Yerel ve yöresel dergiler, onlara alan açıyorlarsa da, bu yeterli olmuyor. Kitabını: “ emperyalizmin ve onun iğrenç vahşeti karşısında uluslarının bağımsızlık ve özgürlüğü uğruna hayatlarını feda edenlerin anısına” adayan Selahattin Karayakupoğlu da inanç ve dirençle şiirini sürdüren şairlerden biri. Yeni çıkan üçüncü kitabıyla okuyucuya merhaba diyen Karayakupoğlu, 1948 yılında Gaziantep/ İslahiye’ye bağlı Örtülü Köyünde doğmuş. Düzce İlköğretim Okulunu bitirdikten sonra, uzun yıllar öğretmenlik yapmıştır.
Toplumsal gerçekleri şiirinin ana konusu olarak seçen şair, yalnız memleket sorunlarından değil, mazlum halkların sorunlarından da gözünü ayırmıyor. Ortadoğu’daki zulmü dile getirdiği “siyah çelenk” adlı uzun şiirindeki:
“Mahseninde kan ve gözyaşı/ bir nal sesidir duyulan babil’den/ bir sarhoşluk cümbüşü arap çölünde/ her saltanatı kabul ediyor toprak/ her zulme boyun eğiyor/ çağlar ihaneti ile dolu tarihin/ arafat’ın yüreğinde barış/ dilinde özgürlük türküsü/ Filistin sıska bir fidan/ şafağın kucağında/ Abdullah sakalını okutuyor/ jaruselam sarayında/ fahd gülsuyu ile yıkanıyor kâbe’de/ tarihin kalesinde bir bombardıman/ gözgözü görmüyor/ her arabın dudağında bir ilahi tango/ moşe babil’den öcün alıyor/ göz kapaklarında uyku yok ortadoğunun/ gel bir tanrıya inanalım seninle/ zulüm ve zorbalık olmasın kitabında/ insanlar öldürmesin birbirlerini/ efendileri diz çöksün dünyanın/ mazlum halkları önünde/ tarihin ön yüzü meyhane/ arka yüzü kan/ halepçe yıllardır yanıyor/ halepçe ateşe verilmiş bir civan” dizeleriyle sanatçı kendi tavrını da ortaya koyuyor.
Daha çok uzun şiirlerine yerleştirdiği vurucu dizelerle şiirini yapılandıran ve kimi şiirlerde ironik bir yaklaşımı görülen Karayakupoğlu, kitabının son bölümünü “şairin kelime dağarcığı” başlığı altında bazı sözcüklerin ve kavramların kendince yaptığı tanımlamalarına ayırmış. Örneğin: (yol= kurtuluş aradığımız köşe bucak/ adalet= kafamızın altında ezildiği taş/ çocuk= dağlara emanet ettiğimiz körpe gülümüz/ zehir= çağın bize sunduğu iksir/ barış/ kan gölüne dönen Ortadoğu/ açlık= milyonların haykırdığı trajik şarkı) olarak açıklanıyor. Demek ki şair, şiirlerinin, kendi sözlüğüne aldığı anlamlarla anlaşılmasını istiyor.
“bir çiçek açar dersim’de/ kokusu anadolu’ya yayılır/ bir nehir açar içimde/ kolları dört coğrafyaya dağılır” diyen Karayakupoğlu’nun kitabında yirmi sekiz şiir yer alıyor. Bu insanı sararak akıp giden şiirleri okurken, şairin size yakın gelen yürek atışlarını da duyacaksınız.

Güngör Gençay

Evrensel'i Takip Et