15 Haziran 2008 00:00
SADEDE GELELİM
Görünürde Türkiye laiklik-siyasal İslam ihtilafı üzerinden siyasî bir krize doğru seyrediyor gibi.
Görünürde Türkiye laiklik-siyasal İslam ihtilafı üzerinden siyasî bir krize doğru seyrediyor gibi. Ama bunun toplumsal bir kriz olduğunu söylemek de zor. CHPnin, AKPnin, MHPnin vs. çıkarlarını temsil ettiği burjuvaların bütün gayretlerine rağmen, halk arasında bu siyasal tercihler etrafında bir kutuplaşma görünmemektedir.
Buna mukabil siyasal İslama ilgi duyan (ve seçimde AKPye oy vermiş) kitlelerde, AKPnin emperyalizmle işbirlikçi siyasetini, yurtta antidemokratik uygulamalarını, insan hak ihlallerini eleştiren Mehmet Bekâroğlu, Hayri Kırbaşoğlu, İlhami Güler gibi aydınlara kulak verenler, bu aydınların duruşunu destekleyenler çok. Siyasal İslamcı diye tanınan kesimlerde bu aydınlara karşı kesin tavır alanlar da çok. Laikliği savunma gösterisi yapan kesimin siyasette baskısı azalsa, AKPye oy verenler arasında siyasal İslamın mahiyeti ve projesi üzerinde, kalın hatlarla bir farklılaşma ortaya çıkardı. Bağımsızlık, insan hakları, demokrasi, ulus-devlet ve milliyetçilik konusunda siyasal İslamcı denen kesimde çok farklı duruşlar var. Ama baş örtüsü ihtilafı suyu bulandırıp, bu hayatî meselelerde bu farklı duruşların ortaya çıkmasını engelliyor.
Bu konuda başını örten kadınları suçlamak hatadır. Onlar bu ihtilafta taraftır ve başlarını örtmek, onlar için önemli sahsî bir meseledir. Bağımsızlık, demokrasi, sınıfsal sömürü meseleleri dururken başları örtülü üniversiteye girmekte neden ısrar ediyorlar? mealinde eleştiriler, tanıdığım ulusalcı bir sendika uzmanının, bir işçi toplantısında olanları bana naklederken; Rum patrikhanesinin muzır faaliyetlerini anlattım, işçiler bana ücret mücadelesi üzerine soru sordu, bu ne bilinçsizliktir? demesine benzemektedir. İkisi de yanlıştır.
Zira başını örtmek, örtenler için her şeyden önce bir hürriyet meselesidir. Bu açıdan, baş örtüsü kavgası tamamen burjuva sınıfının (özellikle burjuva sınıfının erkeklerinin) kadınların giyinme hürriyeti üzerinden birbirlerine karşı yaptıkları bir kavga olarak görülebilir. Erkek öğrencilerin bıyık kesimi, gömleklerinin yakalı veya yakasız oluşu üzerinden niye ihtilaf çıkmıyor? Erkek bıyığının dudağa nispeti üzerinde siyasî ihtilaf çıkarmak ne kadar abes ise, baş örtüsünün kafanın neresinden bağlandığını sorun yapmak da o kadar saçmadır. (Bilindiği üzere, bazı devlet kurumlarına girişte baş örtülü hanımlara örtüyü çene altından bağlama talimatı verilmektedir.)
Baş örtüsünün kafanın hangi nahiyesinde bağlandığını devlet işleri ile din işlerini birbirinden ayırma ilkesi ile ilişkilendirmek, kolektif bir çıldırmanın alâmeti değilse, nedir?..
AKP iktidarının bu hürriyeti (hem de samimiyetsiz bir şekilde, üniversite yerleşkeleriyle sınırlayarak) savunur görünürken, başka alanlarda temel hak ve hürriyetleri ayaklar altında ezmeye devam etmesi (301. madde vs.), baş örtüsü meselesini bir hürriyet meselesi olmaktan çıkarmaz.
Hasbelkader yükseköğrenim kurumunda çalışan biri olarak, yükseköğrenim öğrencisinin edep dahilinde diğer bütün yurttaşlar gibi her yerde istediği kılıkla dolaşma hakkı olması gerektiği kanısındayım. Hele üniversitede; ki üniversitenin fikir, ifade, kanaat, inanç özgürlüğünün kalesi olması gerekir. İster Atatürk resimli, ister Che Guevera resimli, ister Amerikan bayraklı tişörtle gezsin; ister fındık bıyıklı, ister kenarı kıvrık bıyıklı olsun; ister göbeği meydanda, ister çarşaflı peçeli olsun; üniversitenin görevi, buraya gelen gençlerin zihnî, fikrî gelişmesine yardımcı olmaktır.
Bu açıdan bakınca baş örtüsü üzerinden laikliği koruma kavgası yapanların, emekçilere ne kadar çok zarar verdiği ortadadır. ABDde ve ABde iktisadî durgunluk, dünya gıda sorunu, enerji fiyatları vs. sebebiyle emekçilerin geçinme şartları bozuldukça, burjuvaların basit bir hürriyet meselesini istismar etmekte daha nerelere kadar gideceğini göreceğiz.
Cem Somel