16 Haziran 2008 00:00
YAŞADIKÇA
Ülkemizde ekonomik çöküntünün başladığını artık her kesim dillendiriyor. Zamanında: Bu gidiş iyi değil, kriz geliyor, ekonomi gösterilmek istediği gibi değil! diyen namuslu ekonomistlerin yüzüne öfkeyle bakan AKP seçmenleri bile bu gerçeği görebilmektedirler.
Ülkemizde ekonomik çöküntünün başladığını artık her kesim dillendiriyor. Zamanında: Bu gidiş iyi değil, kriz geliyor, ekonomi gösterilmek istediği gibi değil! diyen namuslu ekonomistlerin yüzüne öfkeyle bakan AKP seçmenleri bile bu gerçeği görebilmektedirler.
Gelinen noktada; insanların gözlerini ne türban kararı, nede AKPnin kapatma davası bağlayamayacaktır. Çünkü açlık sorunu başköşedeki yerini almıştır. Bundan böyle özelleştirmelerin ve dışa bağımlı ekonominin kurtuluş değil, bir yıkım olduğunu halkın daha iyi anlamasının önü açılmaktadır.
Bugün ülkemizde en önemli sorun işsizlik ve pahalılıktır. Bu iki canavarı besleyen ise anamalcı düzenin; sanayi ve enerji politikalarıdır. Özellikle şimdi uygulanmakta olan enerji politikaları ileride halkın daha da yoksullaşmasına neden olacaktır. Bu durumu göz önüne alarak, şimdiden emekçi halkımızı bilinçlendiremezsek; ırkçı ve dinci savrulmalar olacak, sonuçta gene işbirlikçi burjuvazi halkı bir şekilde yedekleyerek kârlı çıkacaktır.
Son elektrik zamları emekçileri zorlayacak boyuta gelmiştir. Buna doğalgaz bedellerindeki yükselmeyi de eklediğimiz zaman; zaten borç batağına gömülmüş olan halkımız daha da zorlanacaktır. Çünkü bu fiyat artışları durmaksızın devam edecektir.
Bu işin bir boyutudur. Diğer boyutu ise halkın kullanacağı her türlü ürünün bedelindeki artışlardır. Bu artışların sonuçları, birincisinden daha beter olmaktadır. Çünkü yerli sanayinin pahalı enerji tüketerek ulusal ve uluslararası piyasalarda yer edinmesi mümkün değildir. Bu durum ise; sanayi sektöründe üretimin durması veya sanayinin, enerjinin daha ucuz olduğu ülkelere kayması demektir. Yani işsizlik
Aslında son yıllarda her gün bir pislik ortaya dökülmektedir. Örneğin mavi hat operasyonu sonucu yargılananlardan BOTAŞ eski genel müdürü Gökhan Osman Bildacının mahkemedeki son duruşmada dile getirdiği şeyler oldukça ilginçtir. Bildacının iddiasına göre: Şimdiki Enerji Bakanı mavi akımda formül değişikliğine giderek devleti 10 milyar dolar zarara sokmuştur. (3 Haziran 2008-Vatan gazetesi)
Peki, bu formül değişikliği neden yapılmıştır?
Bu formül değişikliği sonucunda kamunun zararına karşılık, kim ne kazanmıştır?
Bu soruları burjuva basınının ve Soros beslemesi dinci yazarların dile getirmesi mümkün değildir. Çünkü onların derdi; Anayasa Mahkemesinin türban ve AKPnin kapatılması davalarıdır. Bu ara liboşlar, numaracı cumhuriyetçiler, dinci ve Soroscu yazarlar sözde demokrasi mücadelesiyle meşguldürler.
Örneğin dün 1 milyon 600 bin civarında öğrenci sınava girdi. Sınava giren öğrencilerden dar gelirli aile çocuklarının üniversitelerde iyi bir eğitim alabilecekleri fakültelerde okuyabilme oranının ne olduğu onları ilgilendirmez. Çünkü eğitimde fırsat eşitliğinin olmaması onların demokrasisine ters düşmez. Onların demokrasi anlayışında paran kadar eğitim geçerlidir.
Örneğin sırf tekstil sektöründe 3 milyondan fazla çalışan olduğu, bunların 1 milyondan fazlasının 18 yaşın altındaki çocuklardan oluştuğu, bu çocukların sigortasız, sendikasız, günde 16 saat karın tokluğuna çalıştığı gerçeği onların demokrasileriyle çelişmez.
Örneğin 29 Aralık 2005 tarihinde saat 02.00 sularında, Bursada bir tekstil fabrikasında çıkan yangında; kapının kilitli olması nedeniyle dışarı çıkamadıkları için cayır cayır yanan 15-16 yaşındaki emekçi kızların haklarını sorgulamak onların demokrasilerinde yoktur.
Örneğin, Tuzla tersanelerindeki onlarca emekçinin ölmesinin yanı sıra; çalışanların sadece yüzde 15-20sinin kayıtlı olduğu, geri kalanının kayıt dışı çalıştırıldığı gerçeği de onların demokrasi anlayışıyla çelişmez
Bu listeye okuyucularımızın onlarca örneği eklemesi mümkündür.
İşin özü; artık emekçilerin gündemi kendilerinin belirlemelerinin zamanı gelmiştir. Çünkü her kriz, aynı zamanda gerçeklerin gösterilebilmesi ve karşı hamlelerin yapılabilmesi için bir fırsattır. Yeter ki; neyi, nerede, ne zaman ve ne şekilde yapmamız gerektiğini bilelim.