19 Haziran 2008 00:00

AVRUPA GERÇEĞİ

12 Haziran’da İrlanda’da yapılan referandumdan AB’nin karar mekanizması ve mimarisini önemli ölçüde değiştirmeyi hedefleyen Lizbon Sözleşmesi’nin halk tarafından reddedilmesinden sonra başlayan tartışmaların çoğunda, birliğin yeniden bir “kriz”le karşı karşıya olduğu öne çıkarılıyor.

Paylaş

12 Haziran’da İrlanda’da yapılan referandumdan AB’nin karar mekanizması ve mimarisini önemli ölçüde değiştirmeyi hedefleyen Lizbon Sözleşmesi’nin halk tarafından reddedilmesinden sonra başlayan tartışmaların çoğunda, birliğin yeniden bir “kriz”le karşı karşıya olduğu öne çıkarılıyor.
Aslına bakarsanız AB bu türden “krizler”le ilk kez karşılaşmıyor, bu yüzden de alışık sayılır. Aynı İrlanda, 2002’de Niş Anlaşması’nı da referandum yoluyla reddetmiş, ancak anlaşma daha sonra tehdit, şantaj ve baskıyla zorla kabul ettirilmişti. En büyük “kriz” ise 2005’te Fransa ve Hollanda’da Avrupa Anayasası’nın reddedilmesinin akabinde ortaya çıkmıştı. O zaman da bugünküne benzer, hatta biraz daha şiddetli kriz tartışmalar yapılmıştı.
AB Anayasası, Fransa ve Hollanda’da referandumlarda reddedilmiş olsa da AB’nin egemen güçleri anayasada tarif edilen hedeflerden vazgeçmemişlerdi. Bugün üzerinde bunca tartışmanın yürütüldüğü Lizbon Sözleşmesi, özü itibariyle AB Anayasası’ndan başka bir şey değil.
AB’nin yerküre üzerinde daha etkili bir emperyalist güç olabilmesi için bütün üye ülkelere silahlanma zorunluluğu getiren, ortak dış ve savunma politikası dayatan, daha fazla neoliberal planların hayat bulmasının temelini oluşturan Lizbon Sözleşmesi’ndeki bu ana noktalar Avrupa Anayasası’ndan devralındı. Eğer Avrupa’nın egemen güçleri halkın iradesine gerçek anlamda saygı göstermek isteseydi, reddedilen anayasayı bu kez Lizbon Sözleşmesi kılıfında yeniden hayata geçirmeye çalışmazdı. Bu demektir ki, AB’nin egemen güçleri açısından halkın iradesine “saygı” lafta dile getirilirken, saygısızlığa pratikte devam ediliyor.
Şimdi aynı durum İrlanda referandumu vesilesiyle bir kez daha sergileniyor. En önemlisi de bu türden önemli anlaşmaların artık halkın oyuna sunulmaması gerektiği yüksek sesle ifade ediliyor.
Şu ana kadar Lizbon Sözleşmesi 18 üye ülke tarafından parlamento yoluyla onaylanmış durumda. Hiçbir ülke sözleşmeyi halka götürmeye cesaret edemedi. 1 Ocak 2009’dan itibaren sözleşmenin yürürlüğe girmesi planlanırken, İrlanda’nın “No”su en azından şimdilik kaydıyla atılmak istenen adımları geciktirmişe benziyor.
İrlanda’nın “No”suna tahammül edemeyen Almanya ve Fransa başta olmak üzere “çekirdek ülkeler”in çoğunda birkaç gündür 860 bin İrlandalının verdiği oyun 500 milyonluk AB’nin kaderini değiştirmemesi gerektiği üzerinden bir tartışma yürütülüyor. Başta Merkel ve Sarkozy olmak üzere AB bürokratlarının çoğu, lafta “İrlanda halkının kararına saygı duymaktan” söz ederken, diğer taraftan bu kararı geçersiz kılmak için bin bir senaryo üretiyor. Yani, pratikte İrlanda halkının kararına saygısızlık yapıyorlar.
Evet, bugüne kadar bir tek İrlanda Lizbon Sözleşmesi’ne “Hayır” dedi. Çünkü diğer ülkelerde hükümetler sözleşmeyi, referanduma gitme cesaretini kendilerinde görmedikleri için parlamentodaki parmakları kaldırıp indirerek onayladılar.
Emin olunuz ki Lizbon Sözleşmesi, Fransa ve Hollanda başta olmak üzere bazı ülkelerde referanduma götürülmüş olsaydı, bu ülkelerde de İrlanda ile benzer sonuçlar çıkacaktı.
İşte AB’nin gerçek krizi, arada bir yapılan referandumlarda ortaya çıkan ve sonra da baypas edilen durumlardan değil, halkın desteğinden yoksun olmasından kaynaklanıyor. Brüksel bürokratları ve büyük ülkelerin sermaye güçleri tarafından yeniden şekillendirilmek istenen AB, asıl olarak Avrupa halklarının iradesine ve isteğine aykırı bir yönde yapılandırılıyor. Bu durumun bilincinde olan Avrupa burjuvazisi, milyonlarca insanın geleceğini etkileyen “sözleşme” ve “anayasaları” halka götürmekten korkuyor. Halk ise önüne geldiği takdirde “hayır” demekten çekinmiyor.
Şimdi, bir an önce militarist bir birlik olarak yerkürenin paylaşım sürecine katılmak isteyen Avrupa’nın en pervasızları, halkın devre dışı tutulması için yeni yöntemlerin bulunmasını istiyor. Birliğin geleceğinin referandumlara götürülmemesi gerektiğini söyleyerek, masa başında yapılan sözleşme ve anlaşmaların olduğu gibi hayata geçirilmesini istiyorlar. Halkın sözleşmelerden ve gelecek planlarından bir şey anlamadığını ileri sürüyorlar.
Avrupa egemenleri için İrlanda’nın “No”su elbette planların hayata geçirilmesini geciktirecektir. Ancak onlar, yerkürenin yeniden paylaşılmasında militarist yöntemler ve planlarından vazgeçmiş değiller. Bu nedenle, bugün asıl olarak İrlanda halkının sergilemiş olduğu iradenin en kısa zamanda nasıl devre dışı bırakılacağı tartışılıyor. Bugün Brüksel’de başlayacak AB Zirvesi’nin temel gündemini de bu oluşturacak.
Önerilen modellerin başında, İrlanda gibi “Hayır” oyu kullanan ülkeler için “politik entegrasyonu” istemiyor gerekçesiyle “özel bir statü”nün yaratılmasından söz ediliyor. Yıllardır her “kriz” anında gündeme getirilen “çekirdek Avrupa” ya da “iki vitesli Avrupa” modelleri yeniden alternatif modeller olarak sunuluyor.
Özetle; AB Anayasası’nın yerine hazırlanan Lizbon Sözleşmesi’nin de referandumla reddedilmesi, halkın AB’nin sermayenin çıkarlarına bağlı olarak daha fazla militaristleştirilmesi ve neoliberalleştirilmesine karşı olduğunu açık olarak gösteriyor. “No” oyunu kullananların ezici bir bölümünün işçiler, köylüler ve düşük gelire sahip emekçiler; kampanyaları sürdürenlerin sendikalar, solcu-ilerici örgütler olması dikkate değer. Demek ki Avrupa’nın birçok ülkesinde AB’nin emperyalist bir birlik halinde yeniden örgütlenerek, paylaşım sürecine militarist bir güç olarak dahil edilmesine karşı Avrupa’da önemli bir toplumsal muhalefet bulunuyor.
Yücel Özdemir
ÖNCEKİ HABER

Tunuslu devrimciler üzerindeki baskılar sürüyor

SONRAKİ HABER

Altı aylık ateşkes başlıyor

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...