22 Haziran 2008 00:00

Takım gibi oynayınca...

Milli takım, takım oyunu anlayışını geliştirebildiği ölçüde mucizelere gereksinim duymaktan kurtulabilir

Paylaş

Milli takım futbol tarihinde ender rastlanacak türdeki galibiyetlerine bir yenisini ekleyerek Avrupa Şampiyonası’nda yarı finale yükseldi. Henüz Çek Cumhuriyeti maçında olup bitenler akli ve mantıki anlamda tam anlamıyla berraklaşmamışken, bu kez Hırvatistan karşısında çok daha inanılmaz bir galibiyete imza attı milliler... Milli takım, son 3 maçtır, rakiplerini yenmekle kalmıyor bir de onlar üzerinde derin travmatik tahribat yaratıyor...
Teknik açıdan değerlendirildiğinde, Hırvatistan’ın galibiyete daha yakın olduğu bir karşılaşmaydı. Normal süresi golsüz sona eren, uzatma sürelerinin son dakikasına kadar da golsüz giden karşılaşma boyunca Hırvatlar 4-5 gol pozisyonundan yararlanamazken, Türkiye’nin yakaladığı çok ciddi gol pozisyonu bile yoktu. Son uzatma dakikasında öne geçen Hırvatlar, daha “maçı kazandık, artık yarı finaldeyiz” rehavetine girmeye bile fırsat bulamadan, uzatmanın uzatma saniyelerinde yedikleri golle adeta yıkıldılar.
Millilerin, Hırvatistan karşısında bu şampiyonadaki en derli toplu oyunlarını oynadığını söyleyebiliriz. Daha bir sistemli, daha bir takım gibi mücadele ettiler. Demek ki biraz bile olsa takım gibi oynamayı başarınca, önemli oyuncuların eksikliği hissedilmediği gibi maç kurtaran kahramanlara da ihtiyaç duyulmuyormuş. Milli takımda ön plana çıkan, olağanüstü bir performans gösteren hiçbir oyuncu yoktu. Herkes birbirine yakın düzeyde mücadele etti. Zaten olması gereken de buydu. Futbolun takım oyunu olduğu gerçeğini, oyun sistemlerine yansıtabilen takımlar, giderek daha çok ön plana çıkıyorlar. Bunun örneklerini bu şampiyonada da gördük. Fransa, Portekiz gibi yıldızlarıyla sonuç almaya çalışan takımlar şampiyonaya havlu atarken, Hollanda, Rusya, Almanya gibi kolektif çabayı esas alan takımlar, oynadıkları güzel futbolla göz doldurdular.
Mucizeler bitmeli
Milli takımın durumunu anlamak ve açıklamak gerçekten hiç de kolay değil... Bu takım geriden oyun kuramıyor... Kalecisi bir kez bile topu eliyle oyuna sokmuyor, büyük çoğunluğu rakibe gitse de oyunu hep uzun vuruşlarla başlatmayı tercih ediyor... Bu takımın savunma oyuncuları her an bireysel hata yapma potansiyeline sahipler ve yapıyorlar da... Bu takımın orta sahası bol pas yapamıyor, dolayısıyla oyunun kontrolünü eline geçirmeyi ve temposunu ayarlamayı başaramıyor... Bu takımın ilerde top tutup, top saklayacak santrforu yok... Ama bütün bu olumsuzluklara karşın bu takım yarı finalde... Demek ki bu takımın diğerlerine göre farklı birtakım özellikleri var. Öncelikle, her ne kadar “Fatih Terim’den fırça yeme korkusu” gibi sağlıksız bir temel üzerinde yükselse de, motivasyonun milli takımın en büyük itici gücü olduğunu kabul etmek gerek. Çek Cumhuriyeti galibiyetinin ardından bu motivasyonun yanına moral ve özgüven de geldi. Koşullar, ne kadar derin olumsuzluklar içeriyor olursa olsun yenilgiyi kabullenmemek, maçı bırakmamak ve her türlü riski göze alarak mücadeleyi son ana kadar sürdürmek gibi özellikleriyle de milli takım övgüyü hak ediyor... Mucize olarak nitelendirilen son iki maçın sırrı bu olsa gerek...
Üst üste iki mucize maçın ardından şimdi çarşamba günü Almanya ile yarı finalde kozlarını paylaşacak milli takım. Kağıt üzerinde kazanmaları yine çok zor görünüyor. Ama son iki maçta, kağıt üzerindeki düşünceler, pratikte tersine sonuç verdi. Yine de milli takım oyun-sonuç ilişkisi arasında daha sağlam, daha sağlıklı bağlar oluşturmak zorunda. Yoksa bir takım, böyle olağanüstü gelişmelerle üst üste kaç maç kazanabilir ki?
Milli takım, takım oyunu oynamayı başarabildiği ve böyle bir oyun anlayışını geliştirebildiği ölçüde mucizelere gereksinim duymaktan kurtulabilir...
Medya kudurdu(!)
Tabii bu tür başarıları en pespaye söylemler eşliğinde milliyetçi gericiliğe malzeme yapmayı bir refleks haline getiren medya, gereğini yaptı yine. Böyle, -üstelik de Viyana’da- alınan bir galibiyet, milliyetçiliği iyice azdırmak için pusuda bekleyen medyaya bundan daha iyi bir fırsat sunamazdı. “Viyana” ve “fetih” metaforlarıyla tarihe gönderme yapmanın sonu gelmedi... Atılan başlıklar hep “Viyana’nın fethi” ve “Türk’ün gücünü göstermek üzerine”ydi... Bir futbol karşılaşmasını “savaşlı”, “fetihli” kuduruk söylemlerle, ırkçı, faşizan boyutlara taşımak, sokaklardaki sevinç(!) gösterilerinde tabii ki karşılığını bulacaktı, buldu da... Bu tarihi “zaferi” ancak sağa sola ateş ederek hakkıyla kutlayabileceğine inanan yaratıklar yine işbaşındaydılar ve yine silahlarıyla ortalığa dehşet saçmaktan geri durmadılar...
Mehmet Özyazanlar
ÖNCEKİ HABER

‘Gücümüz duygu ve tutku’

SONRAKİ HABER

KİRVEME MEKTUPLAR

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...