24 Haziran 2008 00:00
GÖZLEMEVİ
GÜNÜN YAZILARI
Amerikalı yazar John Updike ne güzel demiş: Sanat, insan ruhuna, rahat nefes alma ve dinlenme olanağı tanır. Yüzde yüz katılıyorum Updikee. Gerçekten de sanat, bizlerde fizik kurallarının ötesine geçme ve düşlerimizi gerçekleştirme duygusu uyandırmakta birebir bir etken.
Müzik ise hiç kuşkum yok, yerel ve kültürel niteliklere sahip bir sanat dalı. Evrenin neresine giderseniz buyurun gidin, her yerinde paylaşılmakta, insanlar, kültürel zenginliklerine sahip çıkma olanağını öncelikle müzikle bulmakta. Kültürlerarası benzeşen noktaların ve ortak göbek bağlarının ayırtına varmamızı müzik sağlıyor.
36. Uluslararası Müzik Festivali devam etmekte. Bu kez, otuz sekiz yaşındaki İsviçre doğumlu flüt sanatçısı Emmanuel Bahutu, dünyaca ünlü klavsen sanatçısı ve orkestra şefi Trevor Pinnocku ve otuz yaşında beş CDsi olan çok ödüllü Çinli viyolonselci Jing Zhaoyu hem ayrı ayrı, hem de hep birlikte dinledim.
Üçlü, Johann Sebastian Bachın (16851750) Mi minör Flüt Sonatıyla sahneye geldi. Eserin hemen başında yer alan Adagio ma non tanto bölümü, hiç kuşkum yok ki Bachın flüt için yazdığı en güzel melodilerden biriydi. Yapıtın konçerto formuna yakın olan Allegro bölümünün ana teması, klavsen ile flüt arasında bir kontrpuan oyunu gibi başladı, tam kanona dönüşürken gözümün önünde bir uşak belirdi. Nereden nereye! Uşağın elinde bir tepsi vardı ve tepsinin içinde bir kartvizit taşıyordu. Görkemli avlulardan geçti. Tavanları yaldızlı salonları arşınladı. Grandüşes, Josephine tarzı kanepesine uzanmış yelpazesini sallıyor. Çevrede sadece üzeri cam kavanoz ile örtülü, altın kaplama kocaman konsol saatinin sarkacından yayılan vuruşların boş koridorlarda ve salonda çınlayışının sesi var. Balkon kapısının üzerindeki pencereden akşam güneşinin son ışıkları girmekte ve saat kabını süsleyen altın yaldızlı üç kopçayı parıldatmakta.
Kulağımda pastoral bölüm başladı. Ana fikir iki kez yineleniyor. Kulağım müzikte, tamam da, beynimin içindeki uşak tepsiyi uzattı. Grandüşesin ince mi ince parmakları tepsiye uzanıyor. Kocası sürek avındadır. Pek çok saraylı avcı, atlarıyla av kovalamakta. Saraya bağlı hizmetkârlar talimat üzerine olabildiğince ses çıkartıyor; davul, teneke ne varsa çalıyorlar. Avda kullanılan ve kopay olarak tanımlanan köpekleri yöneten adam, onların alışık oldukları bazı seslerle köpekleri yönlendirip, avı kovalamalarını sağlıyor.
Dikkatim dağınık değil, ama son bölüme, Allegroya gelmişiz meğer. Düşes kartvizite bakıyor. Heyecan dorukta Kartın üzerindeki adı okuyor. Yanakları al al: Hemen yukarı alın , diye emrediyor. Damdonörüne de: Çıkabilirsiniz, diyor. (Sanki bir konçerto havası ) Ah Wolfrang Kapı dışarıdan tık, tık, tık çalınıyor. Grandüşes doğruluyor, göğüslerini yukarı doğru itiyor: Bitte, treten Sie ein! Wolfrang içeri giriyor, grandüşes ayakta Sarılıyorlar Flütte müthiş canlı ezgiler Klavsen baslarıyla flütü izliyor. Veee son. Müzik bitiyor, aklımdan süzülen basit bir aldatma öyküsü.
Sonra, Pinnock, Johann Jakop Frobergerin (1616-1667) Do minör süiti için klavseninin başına geçiyor. Klavsenden yayılan kırık, arpejli biçimde Ländler benzeri eğlenceli bir halk dansı Derken Georg Philipp Telemannın (1681-1767) Re Majör Fantezisi için Pahud geliyor sahneye. Parça, pes notalara çabuk inmeden bazen tiz notalara yükseliyor, bazen de ileri geri iniş çıkışlarla farklı melodi çizgileri arasında gelip gidiyor. Son çizgide ise, decrescendo yaparak dinleyicilere sırtını dönüyor Pahud, küçük adımlarla sahne gerisine ilerliyor.
Bachın Si Minör Flüt Sonatında Pahuda klavseniyle Pinnock eşlik etmekte. Birinci bölümdeki olamazcasına akıcı özellik, ikinci bölümde klavsenin arpej biçiminde eşliğinde yerini geniş ve tatlı (largo e dolce)ye bırakıyor. Üçüncü bölümü, çok hızlı (presto) tempoda flüt ve klavsen birlikte başlatıyor. Son bölüm ise Allegro. Uzun kısa vurgulamalar ve neşeli sıçrayışlar
Dinletinin ikinci bölümü Bachın Mi Bemol Flüt Sonatıyla başlıyor. Sahnede gene Pahud-Pinnock ikilisi. Ilımlı neşeli (Allegro Moderato) iki çalgı arasındaki denge kısa süre içinde kuruluyor. İkinci bölüm pastoral karakterde, sevimli mi sevimli, orta hızda bir Siciliano. Uzun-kısa-uzun biçiminde sallantılı bir ritim. Ve Pahuda virtüözitesini kanıtlama olanağı veren allegro bölümü.
Ardından, kayısı sarısı kostümüyle Zhao koltuğuna oturuyor. Gaspar Cassadonun (18971966) Viyolonsel Süitina başlıyor. Prelüde, yıllar yıllar önce bir gün, gecenin toprak rengini aldığı saatlerden birinde, paltomu dahi almadan kendimi derin ve fırtınalı gecenin koynuna attığımı bana anımsatıyor. Yaşımın fırıldakları, içimde gıcırdamakta. Bir yılın bittiği bir akşamdı o akşam ve yıl bir ağırlık gibi yerinden koparak müthiş bir gürültüyle uçuruma yuvarlanıyor, zamanın korkunç ve sonrasız çarklarının tıkır tıkır işlediği duyuluyordu. Evet Yılın son günüydü. Her yılın son günü geleneksel olarak düşündüklerimi düşünüyorum. Solan ve bir bahar güneşinin dallarını yeniden canlandırmak umudu olmadan kökleri kuruyan birçok çiçek geliyor gözlerimin önüne. Her keresinde de hain bir güç, kulağıma insafsız bir keyif içinde: Bak, diye fısıldıyor, bak bu yeni yılda, ne denli çok zevk ve duygu, seni bırakıp gitti. Uslanıyorsun artık. Kih, kih, kih!.. Giderek daha da hiçbir şeyden zevk almayan biri olacaksın. Kih, kih, kih!..
Hani, şeytan adı verilen varlık mıydı bu kih, kih diye gülen, bilemem. Ama yılın son günleri mutlaka böylesine çirkin çirkin gülerek keskin pençeleriyle göğsümü yırtmaya ve yüreğimin saf kanını içmeye gelirdi. Bunun için önüne gelen her şeyden yararlanırdı. O yılın son günü de bir dostun evine çağrılıydım. Çizgi dışı bir serüven yaşayacağım duygusu vardı içimde, ama aldırmadım. Kapıyı çaldım, dostum beni karşıladı: Sana müthiş bir sürprizim var, dedi, sakın korkma.
Korkmak mı? Neden korkacakmışım ki! Gene de sözcükler yüreğimin üstüne tüm ağırlığıyla çöktü. İçimde önyargılar ayaklandı ve sıkıldığımı duyumsadım. Salona geçtik, birden baktım ve gördüm ki o orada oturmakta. Evet, bu oydu, yıllardır görmediğim, göremediğim. Yaşantımın tüm mutlu anları sert ve keskin bir şimşek gibi ansızın hayalimde canlandı. Onu yeniden bulmuştum. Tüyüm tüsüm dineldi. (Hafif karakterli bir ara müziği). Hangi rastlantıyla geri geldiğini düşünüyorum. Onunla, bana çağrı yapan dostum arasında nasıl bir ilişki var ki, bana onu tanıdığını bile o ana kadar söylemedi? Bu düşünceler üzerinde hiç durmuyorum. Onu yeniden bulmuşum ya!..
Kımıldamadan duruyorum. Dostum arkamdan itiyor: Haydi, haydiii!... Yürüyemiyorum. Final dansı kulaklarımda. Zhao, insan sesine en yakın çalgı olarak kabul edilen viyolonselinin tellerinden vals benzeri üç zamanlı, oldukça hızlı halk dansı benzeri bir ezgi döktürüyor.
Sahi, Cassadonun Viyolonsel Süiti eşliğinde kurduğum öykünün sonu noldu?
İçime dert oluyor.
Üstün Akmen
Evrensel'i Takip Et