28 Haziran 2008 00:00
ZEUS SUNAĞI
Troya kralı Priyamosun (Priamos) kardeşi Anhises (Ankhises), Kazdağında çobanlık ediyordu. İşinden yana da çok mutluydu. Zaten öyle hanlarda saraylarda hiç gözü yoktu onun... Sürülerini otlatırken, geceleri gökyüzünden yıldızların nasıl döküldüğünü anlatırdı elinden düsürmediği kavalıyla. Kavalını üflemeye başladığında, hem koyun kuzuları, hem de Kazdağının tekmil kurtları kuşları çevresine doluşur; onun o yanık ezgilerini sonuna dek dinlerlerdi... Neler anlatmıyordu ki kavalından dökülen o yoksul ezgilerde Anhises!.. Tanrıça Afrodit bile bu ezgileri dinleye dinleye derinden vuruldu ona. Hattâ onun musikisinin büyüsüne kapıldığı bir akşamüstü, hemen Kıbrıstaki tapınağına gidip rengârenk giysilerle bir köylü güzeli kılığında giyindi kuşandı hemen... Kazdağının yabangüllerinden ve çeşit çeşit çiçeklerinden süzülmüş kokular süründü; sonra da Kazdağının yolunu tuttu. Yolu üstündeki tekmil ağaçlar, kuşlar hayvanlar tanrıçalarını tanıdılar. O yüzden hepsi de onun ardına takıldılar. Ve tanrıça Afrodit, doğruca Anhisesin çoban kulübesinde aldı soluğu... Ve unutulmaz bir gece geçirdi çoban sevgilisi Anhisesle!.. İşte o geceki aşklarından Ayneyas (Aineias) adlı bir oğlan çocukları geldi dünyaya...
Haliyle tanrıça Afrodit, yıllarca süren Troya savaşları sırasında oğlu Ayneyası hep esirgedi, korudu. Zaten o yüzden de işgalci ve soyguncu Agamemnonun ordularına karşı Troyalıların saflarında yer aldı hep... Ne var ki Troya yakılıp talanlandıktan sonra Ayneyas; anası Afrodit ve öteki tanrıların da yönlendirmesiyle, yaşlı ve kötürüm babasını sırtına alıp tayfalarıyla birlikte denize açıldı. Kendilerine artık yeni bir ülke arayacaklar, orada yeni bir devlet kuracaklardı... Bu yeni ülke İtalya olacak ve orada Ayneyas, Roma İmparatorluğunun çekirdeğini oluşturacaktı... Ne var ki Troyadan başlayan bu deniz yolculuğu hiç de kolay olmayacak, çok zorlu ve inanılmaz serüvenler yaşamak zorunda kalacaktı! Bu arada babası ihtiyar Anhisesi de yitirecekti...
Troyadan ayrılırken prens Helenosun söylediklerini hiç unutmadı Ayneyas: İtalyaya varınca Sibilla denen kadını bul. Çok akıllı bir kadındır. O sana bir yol yordam gösterir demişti. O yüzden Ayneyas, İtalyaya ayak basar basmaz bilici kadın Sibillayı buldu hemen. O da; Geleceğini öğrenebilmen için yeraltındaki Ölüler Ülkesi Hadese inmelisin. Orada ölen baban Anhisesle konuşmalısın. Hem hasret giderirsin, hem de bundan böyle ne yapman gerektiği konusunda ondan bilgi edinirsin dedi... Bu sözlerin ardından; İstersen ben de seninle birlikte yeraltı dünyasına inebilirim diye ekledi Sibilla. Ne var ki yeraltı Ölüler Ülkesine inebilmek için altın bir dal bulması gerekiyordu Ayneyasın. Neyse ki fazla yorulmadan denize yakın bir korulukta buldukları altın ağacın küçük bir dalını koparıp doğruca Sibillanın yanına döndüler...
Daha önceleri Herakles, Orfeus, Psike ve Odisseus gibi sayılı birkaç kahraman, Hades denen Yeraltı Ülkesine canlı olarak inip ve gene canlı olarak dünyaya dönmeyi başarabilmişlerdi... Ayneyas da oraya Sibilla ile iner inmez eli ayağı dolaştı birbirine... Korkular ve karanlıklar içinde epeyce yol aldıktan sonra Aheron Nehriyle Kokitos Nehrinin birleştiği yere geldiler. Ne var ki buradan karşıya, Hades denen Ölüler Ülkesine geçmek için Haron (Kharon) adlı bir bekçinin kayığına binmek gerekiyordu. O yüzden bu dönüşü olmayan ülkeye göç eden binlerce dünyalı insan, bir an önce sandala alıp karşıya geçirmesi için Harona yalvar yakar oluyorlardı! Ne var ki kayıkçı Haron da öyle her yalvaranı kayığına almıyordu! Kayığına almadıkları da haliyle yeryüzünde geleneklere uygun olarak gömülmemiş olanlardı... Örneğin gözleri içine altın para konmamış olanlar onun sandalına hemen binemiyordu; tam yüzyıl Harona yalvara yalvara çile çekmek zorunda kalıyorlardı...
Ayneyasla ona yoldaşlık eden Sibilla da tam sandala atlayacakları sırada sandalcı Haron, onları durdurdu hemen. Ben yalnızca ölüleri karşıya geçiririm diye diklendi. Bunun üzerine Sibilla elindeki altın dalı gösterdi Harona. Haron da artık sesini çıkarmadı; sandalına aldı ikisini de. Ölüler Ülkesinin kapısında nöbet tutan üç başlı Kerberos adlı azılı köpeğin yanına geldiklerinde Sibilla, hemen yiyecek bir şeyler verdi köpeğe. Sonra da başını okşadı. Canavar köpek, artık Ayneyasa ve Sibillaya kuyruğunu sallaya sallaya içeri buyur etti. Onlar da kapıdan girip ölüler dünyasının geniş meydanlarında özgürce yürümeye başladılar... Sonra Yas Tarlalarına ulaştılar. Orada umarsız aşklar yüzünden canlarına kıymış bahtsız sevdalılar oturuyordu. Haliyle Ayneyas da orada, kendisine aşık olan ama kendisinden ayrılmak zorunda kaldığı için odun yığınları üstünde kendini yakan sevgilisi Kartaca kraliçesi Dido ile karşılaştı. Ayneyas doğruca onun yanına gidip, Zeusun buyruğuyla seni terk etmek zorunda kaldım! Beni bağışla sevgilim! dedi... Kraliçe güzel Dido da yoğun bir bulut heykeli olarak öylece kaldı; hiçbir yanıt vermedi... Ayneyasın içine büyük bir acı saplandı aniden...
Ayneyası babası Anhisesle buluşturmak için kılavuzluk eden tanrı sözcüsü Sibilla, Bu yolun sonunda Radmantis (Rhadamanthis) oturur. Yeryüzünde vaktiyle suç işlemiş olanları yargılar. Sağdaki yol da, dünyada hiç kötülük etmemiş kişilerin yaşadığı Elize (Elisée) kırlarına götürecek bizi. İşte baban Anhises de orada oturur!.. dedi. Biraz daha yürüdükten sonra birbirleriyle buluşan Anhisesle oğlu Ayneyas, uzun süre kucaklaştılar. Sonra Anhises oğluna Unutuluş Irmağının sularından içirdi. İleride çok büyük bir kent kuracaksın! dedi ona. Bu kent zamanla büyük bir ülke olacak. Roma İmparatorluğunun kurucusu olacaksın böylece... Anhises oğluna ileride neler yapması gerektiği konusunda öğütler verdi. Daha sonra da ayrılma zamanı gelince; Üzülme! dedi. Şimdi ayrılacağız, ama daha sonra dünyada iyilik etmiş insanların oturduğu bu meydanda gene buluşacağız!
Ayneyas fazla beklemeden Sibilla ile yeniden yeryüzüne çıktı... Ertesi gün de gemideki yoldaşlarıyla birlikte, yanan Troyanın yerine yeni bir ülkenin; Roma İmparatorluğunun çekirdeği olacak bir kent kurmak üzere, İtalyaya doğru
yelkenlerini açtı....
Yaşar Atan
Evrensel'i Takip Et