29 Haziran 2008 00:00
MERCEK
Recep T. Erdoğan başta olmak üzere AKP ve hükümeti adına konuşanlar, hemen tüm açıklamalarını millet iradesi; milletin hakları ve demokrasinin ve ülkenin selametiyle ilişkilendirmeye özen gösteriyorlar. Ülkeyi kalkındırmak, milleti refaha ulaştırmak, hak ve hürriyetleri genişletmek istediklerini; ancak statükocu güçlerle onların yedekledikleri kesimlerin bunu engelledikleri, en önemli iddialarından birini oluşturuyor. Tekelci sermayeye ve emperyalist Batılı büyük güçlerin demokratlığına iman getirmiş ve AKP gibi sermaye partileri ve hükümetlerini halkın ve taleplerinin temsilcisi olmakla payelendiren işbirlikçi, liberal solcu yazar-çizer takımı da bu Goebelsci propagandanın militanlığını yapıyor. Bu propaganda, işbirlikçi büyük burjuvazinin, ABD başta olmak üzere emperyalist devletlerin politikalarıyla da ilişkili olan yönetme kavgaları nedeniyle çok geniş halk kitleleri içinde etkili olmakla kalmayıp bazı ilerici-demokrat parti ve örgütlerin saflarında ideolojik bulanıklık ve politik tutarsızlıklara da yol açıyor.
Türkiyedeki demokrasi tartışması, ülkenin burjuva anlamda dahi demokratik bir siyasal sisteme sahip olmamasıyla doğrudan bağlantılıdır. Burjuvazinin emperyalizmle ilişkiler içinde gerici karakteri daha da güçlendirilen antidemokratik siyasal sistemi, işçi sınıfı, tüm milliyetlerden ve mezheplerden emekçiler, Kürtler ve Aleviler için bir cendere gibi işliyor. Böyle olması; hatta daha da gerici bir mekanizmaya çevrilmesi konusunda, sermaye kurumları ve partileri anlayış birliği içindeler. İşçilerin politik ve sendikal örgütlenmelerinin ve kendileri adına sınıf politikası yapmalarının önündeki engellerin kaldırılması, Kürtlerin ulusal haklarını eksiksiz ve nasıl istiyorlarsa öyle kullanmalarının sağlanması, devletin ve burjuva parti ve kurumlarının dini kullanmaları ve dinin devlet işlerinden biri olarak istismarına son verilmesi, grev-genel grev, söz/yazı, örgütlenme, toplantı, gösteri hakkının engelsiz tüm emekçilere tanınması, iş güvencesi, insanca yaşayacak bir gelir, sağlık ve eğitimin herkes için erişilebilir olmasının (karşılığı devletçe ödenen) sağlanması ve diğer temel talepler söz konusu olduğunda, düzen-devlet ve hükümet adına konuşanlar ve hareket edenlerin tümü; bütün sermaye kurumlarıyla partileri karşı cephede hazır kıta oluşturmaktan kaçınmıyorlar. Demokratik bir Anayasa ve yasaların demokratikleştirilmesi onlar açısından, yalnızca üzerine ikiyüzlü açıklamalar yaptıkları bir istismar konusunu oluşturuyor.
Bu durum ve siyasal demokrasiye olan gereksinim, demokrasi ve demokratik haklar üzerine ikiyüzlü burjuva propagandasını ilgi çekici kılarken, AKP ve hükümetinin devlet yapılanmasında daha etkin konuma geçme çabasını ve bu temelde sistemin oturmuş temel kurumlarıyla çelişkilerini anti statükocu/değişimci-demokratikleştirici olmasına yorumlayan propagandanın etkili olmasına da yol açıyor. Din istismarcılığı, türbanı ezilmişlerin bireysel özgürlük talebiyle ilişkilendirme, haksızlığa uğramışların savunucusu olma yönündeki riyakarca söylem etkili olabiliyor, düzen partileri ve hükümetlerinden demokrasi beklentisindeki parti, örgüt ve kişilerin ona yedeklenerek halkın aldatılması kampanyasına güç vermelerine gerekçe oluşturabiliyor.
Bu gerici kampanya, AKP ve hükümetini, işbaşında olduğu 2002den sonraki icraatlarıyla değil, riyakarlıklarını da hesaba katmadan her konudaki ikiyüzlü açıklamalarının olumlu görünen kırıntılarını abartıyı esas almaktadır. Bu propaganda onun Amerikan emperyalizmi, AB ülkeleri, uluslararası sermaye kurumları ve uluslararası tekellerle ilişkileri ve içerde işbirlikçi büyük sermayenin çıkarlarına ödünsüz bağlılığının, demokratik hak ve özgürlüklere karşıtlığının temel belirleyeni olduğunu; büyük sermayenin ve emperyalizmin çıkarlarının partisi olarak işçilere, emekçilere, Kürtlere, Alevi mezhebinden insanlara karşı politikalar izlediğini gizliyor. Siyasal demokrasinin tüm temel istemleri karışsındaki tutumuyla militarist-şoven güç, kurum ve partilerin politikalarından ayrışmayan bir ideolojik anlayışa ve siyasal çizgiye sahip olduğunu; iktisadi-sosyal ve politik alanda en gerici ve halk karşıtı uygulamalara imza attığını, grev ve direnişlere polis ve jandarma güçleriyle saldırdığını; işkenceleri, sokak ve ev baskınlarını, baskı ve zorbalığı devam ettirdiğini; önemli yasaları, iyileştirme adına daha da gericileştirdiğini; din, dil, ırk, mezhep, meslek vs bilgileri de dahil olmak üzere tüm kişisel özellik ve bilgilerinin polis-jandarma ve MİTin elinde depolanması için yasa tasarıları hazırlayıp istihbarat örgütleriyle çetelerin hedef olarak belirledikleri herkesi izleme ve dinlemelerine, bunu önlemenin yolu yoktur diyerek olur verdiğini görmezden geliyorlar.
Bütün bunlar, bu parti ve hükümetinin cilasının dökülmesini; onun gerici/antidemokratik karakterinin sergilenmesini, sermaye ile işçi ve emekçiler arasındaki mücadelenin gereklerinden biri kılıyor. Çünkü o hâlâ demokrasi mücadelesi yürüttüğünü, haksızlıklara karşı savaştığını vaaz ediyor.
Demokrasi mücadelesi ise, ancak işçi ve emekçilerin kendileri tarafından, kendi parti ve örgütleri aracıyla yürütülürse, gerçekten sonuç alıcı olabilir. Sermaye kurumları ve partileri bu mücadelenin güçleri değil, karşıtlarıdır. Demokratik haklar ve özgürlükler, ancak sınıf mücadelesi esas alınarak ve sermayenin tüm güç ve oluşumları karşıya alınarak elde edilebilirler.
A. Cihan Soylu
Evrensel'i Takip Et