04 Temmuz 2008 00:00

ÖZGÜRCE

Türkiye yakın tarihi darbelerle iç içedir. Özellikle 1960 sonrasından 1990’lara kadar aksatmadan 10 yılda bir darbe yapılmıştır.

Paylaş

Türkiye yakın tarihi darbelerle iç içedir. Özellikle 1960 sonrasından 1990’lara kadar aksatmadan 10 yılda bir darbe yapılmıştır. Post-modern olarak da tanımlanan son darbe, 10 yıllık periyodu bir miktar aşmış ve öncekinden 17 yıl sonra; 28 Şubat 1997’de gerçekleşmiştir. 1997’den bir on yıl sonra; 2007’de, kimilerince e-darbe olarak adlandırılan bir girişim olmuş ama işlevsel hale gelmemiştir.
Bugüne kadar gerçekleşen darbelerin tümü asker üniforması içerisinde, sivil otoriteyi oluşturan yasama ve yürütme organına; yani, TBMM ve hükümete karşı gerçekleştirilmiştir. Darbelerin tümünde gerekçe, “Türkiye Cumhuriyeti’ni koruma ve kollama görevinin yerine getirilmesi” olarak açıklanmıştır. Ancak, tüm darbelerin ardından Türkiye, kapitalist sistemi yönlendiren ülkeler, uluslararası kurumlar ve yerli-yabancı sermaye grupları tarafından belirlenen biçimde yeniden yapılanmıştır. Bu yeniden yapılanma sürecinde, bir taraftan Türkiye kapitalizmin mevcut sürecine eklemlenirken, diğer taraftan da ülke içindeki kaynaklar sermayenin belirli kesimlerine aktarılmıştır. Darbeler yoluyla belli kesimler zenginleşirken, (talep yönlü politikaların benimsendiği döneme denk gelen 1960 darbesi dışında) emekçi kesimler darbelerle birlikte ekonomik ve sosyal haklarını kaybetmiş; açlığa, işsizliğe, yoksulluğa itilmişlerdir.
Yaklaşık 10 yılda bir darbelere alışmış olan Türkiye toplumunda ve siyasi iktidarlarda darbelerin olmadığı dönemlerde de sürekli bir darbe beklentisi (tehdidi) paranoyak bir hal almıştır. Bugüne kadar darbelerin hemen tümünde laikliğin bir gerekçe olarak kullanılması, AKP’nin iktidara gelmesi ile birlikte darbe beklentilerini de artırmıştır. Oysa, bugüne kadar gerçekleşen darbelerin arka planını oluşturan güçlerin (ABD, AB, IMF, Dünya Bankası, ulusal ve uluslararası sermaye) tüm talepleri AKP Hükümeti tarafından en mükemmel biçimiyle yerine getirilmektedir. Bu bağlamda sermaye, diğer tüm toplum kesimlerinin hakları ortadan kaldırılarak elde edilen kaynaklarla beslenmekte; bu süreçte emekçi sınıflar ve onların örgütleri, kimi zaman askeri darbe dönemlerini aratmayacak baskılarla, kimi zaman da “sosyal diyalog” görüntüsü altında uyumlaştırılarak susturulmaktadır. Dolayısıyla, AKP iktidarında askeri bir darbeye ihtiyaç duyulmamaktadır.
Hal böyle iken “Ergenekon soruşturması” çerçevesinde ortaya çıkartıldığı iddia edilen ve her gün yeni bir boyuta ulaşan “darbe girişimleri”ni nasıl yorumlamak gerekir?
Her şeyden önce şunu söylemek gerekir ki Türkiye, ekonomik ve siyasi olarak son derece ciddi bir yeniden yapılanma sürecinin eşiğindedir. Bu yeniden yapılanmayı köklü bir biçimde gerçekleştirecek yeni bir anayasanın oluşturulması gündeme gelmiştir. Söz konusu yeniden yapılanma sürecine uygun olarak hazırlanacak yeni anayasa, Türkiye’de mevcut rejimin köklü biçimde değişmesi anlamını taşımaktadır. Türkiye tarihinde böylesine köklü bir rejim değişikliğinin olağan bir dönemde gerçekleştiği görülmemiştir. Bu tür değişimler, daima silahlı olan güç; yani, asker eliyle gerçekleşen darbelerin sonucunda yaşam bulmuştur. Oysa bugün bir ilk denenmektedir. Daha önce darbeleri kullanarak rejim değişikliğine giden güçler, bu kez askerin aracılığı olmadan; “sivil” bir görünüm içerisinde bunu gerçekleştirmeye çalışmaktadır.
Hal böyle olunca da (şimdiye kadar edinebildiğimiz bilgilere göre) kendisine “Türkiye Cumhuriyeti’ni koruma ve kollama” görevini atfetmiş olan kimi kesimler, kendilerinin dışarıda tutulduğu bir rejim değişikliğine karşı darbe girişiminde bulunmuşlardır. Hazırlık aşamasında ortaya çıkartılan bu darbe girişiminin içerisinde olduğu gerekçesiyle gözaltına alınanlar arasında, hiç alışık olmadığımız biçimde ordunun üst düzey kadrolarında görev yapmış kişiler de bulunmaktadır. Bu durum ilk bakışta, Türkiye’nin “demokratik” bir düzene kavuşacağı ve nihayet darbe paranoyasından kurtulacağı biçiminde yorumlanabilir. Zaten, AKP ile geçmişte askeri darbelerin şimdi ise AKP’nin ardında yer alan güçler de bu görüntüyü yaratacak yorumlarda bulunmaktadır.
Gerekçesi her ne olursa olsun iddia edildiği gibi bir darbe girişimi varsa ve engellendiyse, bunu olumsuz karşılamak mümkün değildir. Ancak, bunu Türkiye’nin demokratikleşmesi ve darbe paranoyasından uzaklaştırılması olarak görmemek gerekir. Zira, bir askeri darbenin yaratacağı koşullar ve sonuçlar, demokrasi söylemiyle ve sivil kıyafetler içinde de gerçekleşebilir. Ve hatta asker kökenli bir darbenin önlenmesi, sivil bir darbenin gerçekleşmesinde katkı sağlayıcı unsur olarak dahi kullanılabilir!..
Sözün özü: Darbe, birtakım iç ve dış güçlerin çıkarları için toplumun geniş kesimlerinin haklarını ortadan kaldıracak biçimde, tepeden getirilen köklü düzenlemeler olarak tarif edilebilir. Darbeleri yapanların asker mi sivil mi olduğu değil, ardındaki güçler ve yaratacağı sonuçlar önemlidir. Darbeleri önlemenin tek yolu ise darbelerin gerçek hedefi olan toplum kesimlerinin hakları ve çıkarlarına sahip çıkması ve bunlara yönelen saldırılara karşı mücadele edebilmesidir.
Özgür Müftüoğlu
ÖNCEKİ HABER

Medya Sivas’ı unuttu

SONRAKİ HABER

LİMAN ARKASI

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...