13 Temmuz 2008 00:00
iki gericilik arasında bocalamak
Henüz iddianamesi ortaya çıkmamış olan Ergenekon soruşturma sürecinin nerelere, hangi noktalara varacağının yanıtı...
Henüz iddianamesi ortaya çıkmamış olan Ergenekon soruşturma sürecinin nerelere, hangi noktalara varacağının yanıtı muhtemelen önümüzdeki birkaç ay içinde biraz daha netlik kazanmış olacak.
Ancak şimdiden netleşmiş olan bir şey var ki, o da, yarın bu soruşturma süreci, en kötü ihtimalle Susurluk gibi sönümlense dahi, bu konu etrafında yapılan tartışmaların, birçok siyasi yapının yeni adreslerini belirleyici bir nitelikte olduğudur.
Örneğin bir dönemler, orduyu egemen sınıfların bir baskı aracı olarak gören ve sınıflar üstü ordu anlayışını eleştirmiş olan Doğu Perinçekin ve hareketinin, 28 Şubat süreciyle birlikte cuntacı bir platformun gönüllü savunucusu durumuna gelmiş olması ve nihayet Ergenekon soruşturması sürecinde de darbe tezgahlayan derin yapılanmanın kilit bir mensubu olduğu iddiasıyla tutuklanmış olması bunun açık göstergelerinden birisi. Şu anda iddianame ortaya çıkmadığı için Perinçek ve beraberinde tutuklananlarla ilgili net bir şey söylemek için erken olsa da Perinçekin Ergenekonun militan bir savunucusu olduğunun tartışma götürmeyecek kadar açık olduğu da biliniyor.
Ergenekon sürecinin yeni safını netleştirmeye başladığı yapılar arasında ise TKPyi gösterebiliriz. Siyasal İslamla mücadele adına 28 Şubat askeri müdahalesine karşı hayırhah bir tutum takınan TKP ve Yurtsever Cephe çizgisi, bugün ise, Ergenekon kapsamında gözaltına alınanlara kol kanat geren bir çizgi izledi.
Ergenekon gözaltılarına sert tepki gösteren TKP; bu tutumunu, AKPnin gerici ve Amerikancı olmasıyla gerekçelendirdi ve AKPnin demokrasiyi koruduğunu sanarak, peşine takılmanın bir yanılgı olduğunu dile getirdi.
Muhakemede sıfır çekmek
AKPnin Amerikancı çizgisi, işbirlikçi karakteri ve gericiliğinin, Ergenekonda gözaltına alınanları ilerici ve antiamerikancı hale getirmeyeceği herhalde kesindir. 11 Eylül süreciyle birlikte ABDnin hedefi haline gelen Usame Bin Ladinin, bir CIA yetiştirmesi olduğu nasıl ki tartışılamayacak kadar gerçek ise, Ergenekon kapsamında gözaltına alınan üst rütbelilerinde NATOnun Soğuk Savaş konseptinin içinde şekillendikleri ve antikomünist karakterleri de herhalde o kadar nettir. Dolayısıyla Ergenekon soruşturmasının önemli isimleri ile Usame Bin Ladinin, ABDnin Soğuk Savaş politikalarının aktörleri olarak aynı amaca hizmet ettiklerini de açıktır. Laiklik kulvarından dolanarak bu sürece dahil olan TKPnin, 28 Şubattan başlayarak ufak adımlarla bugün geldiği nokta burasıdır.
Ergenekon sürecinin aydınlanmasını, darbe hazırlığı içinde olan ya da Cumhuriyete atılan bombalardan, Danıştay saldırısından ve benzer olaylardan sorumlu olanların açığa çıkarılarak teşhir edilmesini ve yargılanmasını savunanların AKPden demokrasi beklentisi olanlar olarak adlandırılmasının da, muhakeme yeteneği açısından sıfır çekmekten başka bir anlama gelmediği de açıktır. AKPnin demokratlığının Genelkurmayın kapısında biteceğini zaten biliyoruz, bu Ergenekon sürecinden önce, örneğin Şemdinli olayında da bir kez daha görüp öğrendiğimiz bir gerçektir, ama artık TKPnin komünistliğinin de paşaların kapısına kadar olduğunu da görmüş olduk. Yeni olan da budur.
Sokaktaki sıradan bir emekçinin, Ergenekon soruşturmasıyla ilgili olarak kafasının karışık olması, bu bir kayıkçı dövüşüdür diye düşünmesi, ya da, iki taraf çelik çomak oynuyor gibi yorumlar yapması son derece anlaşılırdır. Ayrıca bu ülkenin halklarının, çete davaları konusunda güvensizlik duyması da, kendi deneyimleriyle sabit olan bir gerçeklik olarak, hakkıdır. Maraş, Çorum, Sivas katliamları, 77 1 Mayıs katliamı, bir dönem OHAL kapsamındaki illerde yaşanmış olan cinayetlerin faillerinin açığa çıkarılmamış olması gibi pek çok etken, halkın bu konudaki güvensizliğinin açık kanıtları durumundadır.
Son olarak da, Susurluk sürecinin sönümlenmesi ve o sürecin 28 Şubata bağlanması bu türden kuşkuları besleyen bir faktör olmuştur.
Ama doğrudan politikayla ilgilenen kesimlerin bu yaşanan süreçteki, karmaşık ilişkiler içinde gizli olan, türlü belge ve bilgi arasında manipüle edilme ihtimali de çok yüksek olan gerçekliği ortaya çıkarmak konusunda kendilerini sokaktaki halktan daha fazla sorumlu hissetmeleri gerektiği de açıktır. Yani politik aktörlerin, hele politikayı örgütle yapacak kadar iddialı olanları, şu kirli tartışmayı, yıkayıp getirin de, tutacağımız temiz bir yeri olsun deme lüksü yoktur.
Ergenekon soruşturma sürecinde Yeni Şafak gazetesi ya da onunla aynı safta olanların, bu süreci AKPnin parlatılması açısından değerlendirmek istedikleri elbette açıktır ve bu oradan boca edilen bilgilerin arkasındaki ideolojik çerçeveyi görebilmeyi de gerekli ve zorunlu kılmaktadır. Ancak, bir o kadar önemli olan başka bir gerçek ise, bugüne kadar önemli yazarlarını faili meçhul cinayetlere kurban vermiş olan Cumhuriyet Gazetesinin, bahçesine atılan bombaların sahibi olduğu yarın daha net olarak belgelenebilecek olan Ergenekoncular konusundaki sebebi meçhul sessizliğidir.
Yeni Şafak gazetesinin ve o cenahın Ergenekon soruşturma sürecinden hareketle, AKPyi parlatma gayreti nasıl tolere edilemez ise, laiklik savunuculuğu adına, Ergenekonculara kol kanat germek de aynı biçimde tolere edilemez.
Türkiyede demokratikleşme mücadelesi piyasacı, işbirlikçi ve ılımlı İslamcılara bırakılmayacak kadar ciddi bir iştir. Ve elbette, Türkiyenin aydınlık geleceği için mücadele de, kendilerini laikliğin yılmaz bekçileri olarak meşrulaştırmaya çalışan darbecilere terk edilemeyecek kadar önemlidir.
Devletin zirvesindeki bir uzlaşma sonucunda, yarın belki Susurluk gibi sönümlendirilmek istenebilecek olan Ergenekon soruşturma sürecinin doğru bir mecrada derinleşebilmesi, ancak bu iki kanadın dışından yapılacak müdahalelerle mümkün olabilir.
Fatih Polat