18 Temmuz 2008 00:00
ÖZGÜRCE
GÜNÜN YAZILARI
Başbakanın 15 Temmuz Salı günü partisinin grup toplantısında yapmış olduğu konuşmayı dinlediniz mi?
Ben dinledim. Dinlemekle de kalmadım kulaklarıma inanamadığım için bir de AKPnin internet sitesinden konuşmanın tam metnini okudum. Bu kez gözlerime de inanamadım. Bir an ya ben başka bir ülkede yaşıyorum ya da sayın Başbakan başka bir ülkeden söz ediyor diye düşündüm. Sonra Başbakanın sözünü ettiği ülkenin benim de yaşadığım Türkiye olduğuna kanaat getirince, Başbakan ve AKP Hükümetine haksızlık yaptığım hissine kapıldım. İşte Başbakanın grup toplantısındaki veciz konuşmasından alıntılar:
Bildiğiniz gibi parti olarak da, hükümet olarak da, emek noktasında, çalışanlarımız noktasında, çalışanlarımızın haklarını almaları noktasında başından itibaren azami gayreti gösterdik.
Emeği en kutsal değer olarak gördük ve bunun gereğini yerine getirmek için de yoğun çaba sarf ettik.
Türkiyede on yıllar boyunca uygulana gelmiş emek ve emekçi karşıtı politikaları kırmak, emeğe hak ettiği değeri verebilmek için her türlü maddi ve sosyal hakkı teslim etmek noktasında tarihi uygulamalara imza attık.
Bu tabi ki gücümüz nispetinde oldu. Gücümüz neye elveriyorsa o nispette oldu.
Çalışma hayatımızı ilgilendiren yasal düzenlemeler, sosyal güvenlikle ilgili attığımız adım, istihdamla ilgili attığımız adım bunların hepsi Türkiyede çalışanlarımız için, çalışma hayatımız için tarihi nitelikte düzenlemelerimiz oldu.
Evet, bu sözlerin sahibi bir başbakan tarafından yönetilen bir ülkenin emekçisi olarak, hala bir takım memnuniyetsizlikler göstermek, hükümeti eleştirmek haksızlık değil de nedir?
Öyle ya yıllardır AKP iktidarından işçinin, işsizin, memurun, emeklinin, köylünün, küçük esnafın, zanaatkarın yoksullaştığından, ellerindeki hakların ortadan kaldırıldığından dem vurup duruyoruz. Neredeyse Başbakanı, partisini ve hükümetini emekçi düşmanı ilan edeceğiz. Oysa baksanıza o bizler için ne güzel düşüncelere sahipmiş, bizim için ne güzel işler yapmış !
Başbakanın bu konuşmasını dinleyip, okuduktan sonra haksızlık yapmış olmanın vicdani huzursuzluğu içinde AKPnin iktidardaki beş buçuk yılına yeniden dönüp bakma gereği duydum. Aklıma ilk önce kölelik yasası olarak da ifade edilen, hani şu esnek çalışmayı, güvencesizliği meşru hale getiren 4857 sayılı İş Kanunu geldi. Ardından, sermayeden alınan vergilerin kuşa çevrilip, diğer toplum kesimlerinden alınan dolaylı vergilerin yüzde 70leri aştığını düşündüm. Bu vergilerden oluşan bütçenin nasıl kullanıldığı, dış ve iç borç ödemeleri katlanarak artarken; ücretlerin, sosyal harcamaların nasıl küçüldüğü geldi aklıma. Tüm nüfusun büyük bir bölümünü ilgilendiren sosyal güvenlik harcamalarına sermayeye ödenen faiz giderlerinin sadece dörtte biriyken nasıl da kara delik denildiğini ve bu gerekçe yapılarak, emekçilerin en temel hakkı olan sosyal güvenlik ve sağlık hakkını ortadan kaldıran SSGSSnin yasalaşmasını hatırladım. Bu arada Cumhurbaşkanı ve tekmil AKP milletvekilinin kendi çıkardıkları bu yasanın hışmından korumanın telaşı içinde 5 yaşında 10 yaşındaki çocuklarını, torunlarını yasa dışı biçimde sigortalatmalarını da unutmadım tabi...
İstihdam paketi geldi sonra aklıma, işverenin üzerindeki yükü kaldıracağım diyerek emekçiyi güvencesiz bırakan, kreş, işyeri hekimi, eski hükümlü çalıştırma zorunluluğunu kaldıran ve işsizlik zamanlarının güvencesi diyerek emekçinin ücretinden kesilen parayla oluşan İşsiz Fonunu sermayeye aktaran istihdam paketi
Sonra, Yörsanda, Tegada, Desa Deride ve diğer birçok işyerinde örgütlenme haklarını kullandıkları için yasa dışı biçimde işten atılan ve buna karşı direnen işçileri düşündüm. Kamu emekçilerine verilmeyen grevli toplu sözleşme hakkı, KESK üyelerine yönelik baskılar, Emekli Senin, Genç Senin kapatılma girişimleri, 2007 ve 2008 1 Mayısları ve nihayet Tuzladaki iş cinayetleri film şeridi gibi geçti gözlerimin önünden.
Tüm bunlar, yukarıdaki sözlerin sahibi Başbakanın iktidarda olduğu ülkede yaşanmamış mıydı? Pek çok konuşmasında emekçilere, onların örgütlerine hakaretler eden, onları ayak takımı olarak tanımlayan bu Başbakan değil miydi?
Tüm bu düşüncelerin ardından kafam iyice karıştı. Türkiyede nasıl bir oyun oynanmaktadır? Bu basit bir siyaset oyunu mudur yoksa ardında köklü bir dönüşümün gereklerini topluma rağmen dayatmayı amaçlayan büyük bir oyunun küçük bir parçası mıdır? Bu soruyu cevaplayabilmek için maskelerin düşürülüp oyunun açığa çıkartılması gerekir. Yoksa kafalar karışmaya ve haklar kaybedilmeye devam edecektir.
Özgür Müftüoğlu
Evrensel'i Takip Et