20 Temmuz 2008 00:00
SÖZ OLA, TORBA DOLA
GÜNÜN YAZILARI
Avrupa ayaktopu şampiyonasında ulusal topçulara saçılan paranın bir yüzündekileri geçen hafta anlatmış, öbür yüzündekileri de bugüne bırakmıştım. Olmuşla ölmüşün umarı olmaz denilse de ben taktım ya varlığı dert yokluğu yara olan paraya, uzatıp gideceğim işte.
Para, para, paranın bu yüzünde de palavra, palavra, palavra var ne yazık ki. Çünkü, topu oynatanlara, oynayanlara ve de oynamayanlarla oynamayanlara dağıtılan onca paracıkların olağan olduğuna, doğal karşılanması gerektiğine, herkesin bu parayı hak ettiğine ilişkin hiç de inandırıcı olmayan görüşler var ortada. Buna göre, paralananlar, her şeyin ötesinde şu güzel ve yalnız ülkenin tanıtımını(!) yapmış oluyorlarmış ve onca tanıtımı bunca paraya oramızı buramızı yırtsak bile yapamazmışız. Falan filan da filan falan yani.
Birliğine giremesek de dirliğine yayıldığımız Avrupada yaşayan vatandaşlarımızın bile beklenen ilgiyi göstermediği ulusal ayaktopu takımımızın bu tanıtımı nasıl yaptığı ve yaptığı bu tanıtımla ülkeye neyin ne derece girdiği ve de gireceği merak konusudur. Gidelim, şu ülkeyi bir görelim, gitmişken de bir iki topçu alalım diyenlerin olacağı düşünülmektedir anlaşılan. Ya da anlaşılmaz bir kurgu ile top oynadığını söyledikleri ulusal takımın, kim bilir sarı canlı kurşunsuz liginde neler oynandığını merak edip dünyanın bir numaralı derbisi olarak tanıtılan iki büyüğümüzün karşılaşması için önceden yer ayırtacakları Belki de ülkemizden oyuncu kapmak için kendi aralarında kapışacakları Bir tek anadan doğma Brezilyalı, sonradan olma Türk oyuncuyu aldılar ki, onun da gideceği çook önceden belli idi.
Bunca tanıtıma(!) karşın ulusal takımda yedek oturan sarı canlı kurşunsuz ligimizin gol kralının takımı, ulusal takımında yedek bekleyen İspanya liginin gol kralını görülmemiş bir parayla renklerine bağlıyorsa bu tanıtım düşündürücüdür. Ve de bizim kralın karın tokluğuna oynadığı, üçüncü yedek durumuna düştüğü, dışarıya kapağı atamadığı gerçeği de. Kendilerini yöneticilerine tanıtamamış topçuların, ülkenin tanıtımını nasıl yaptıkları da.
Ne var ki bu tanıtım(!) kimi kişisel kazanımlar sağlamıştır. Tur başına dağıtılan paraların dışında, ulusal takımda görevlendirilmiş olanlar, sırtlarına geçirdikleri beyaz olsun, kırmızı olsun ya da türkuvaz olsun giysiyle ayaktopu pazarına çıkmış, kendilerini tanıtma olanağına kavuşmuşlardır. Yani, onların onu tanıtmasından çok, o onların tanınmasını sağlamıştır. Bunun sonucunda da, bolca çıkartılan söylentilere karşın Avrupada ya da başka kıtada iş bulamasalar da yurt içindeki ederlerini iyiden iyiye artırmışlardır. Aylığını ikiye katlayan FT örneğinde olduğu gibi.
Bu durum, prim adı altında durup durup para dağıtmanın gereksizliğini daha bir net ortaya koymaktadır. Ayrıca onlara para dağıtmak yerine, onlardan para toplamak gerektiğini de. Öyle ya, kendilerini pazarlayan adamlara para kazandırdıklarına göre, kendilerini tanıtan ve pazarlanmalarını kolaylaştıran ulusal takıma da bir cüzdan borçları olmalıdır.
Ayaktopu dışındaki kimi sporlara bakıldığında böylesi bir para dağıtımına rastlanmamaktadır. Ayaktopçuların para yağmuru altında ıslandıkları günlerde filenin sultanları, yanılmıyorsam Rusya, Yunanistan, Japonya üçgeninde bir dizi tanıtım(!) için zıplayıp duruyorlardı. Ayaktopçular gibi finalin kapısından dönseler de cepleri boş kalıyordu. Filenin erkekleri ise Bursada ayaktopçuların göremediği final maçlarında mücadele ediyor bu günlerde. Dünya gençler atletizm birinciliğinde Merve Aydın 800 metrede ikinci oluyor; ama cebi ayaktopçularınki denli dolmuyordu sanırım. Çünkü, bunlar geçtikleri her tur için paraya boğulmuyorlardı. Mansel İlhan ise 50.000 dolar ödüllü tenis turnuvasında birinci oluyor bileğinin hakkıyla parasını kazanıyor; ama yine de ayaktopçuların düzeyine çıkamıyordu. Tenisteki bu uygulama başta ayaktopu olmak üzere tüm sporlarda uygulanmalı bence. Yani gidilecek son noktaya konacak ödülü, kimse başka bir şey beklemeden almak için oynasa ve oynayarak da alsa.
Bu para yağmurunun dışında başta Atina Muhtarı olmak üzere pek çok kişi de hâlâ FTnin aylığının çok olmadığını, yabancı ulusal takım çalıştırıcılarının daha çok kazandığını düşünüyor. Onlara anlatılamayan konu ise FTnin aylığının dünya ve Avrupa düzeyinde değil, Türkiye çapında çok olduğu ve bunun da Türkiye koşullarında değerlendirildiğinde ortaya çıktığı idi. Şöyle anlatılabilir belki de: Almanyada en düşük ücretle çalışan biri Türkiyede, Atina Muhtarının kaldığı beş yıldızlı otelde kolayca kalabiliyor. Oraların beş yıldızlı otellerinde ise ancak Sabancılar, Koçlar, Demirörenler ve FT kalabilir. İşte, bunlar göz önüne alındığında, FTnin aylığı hiçbir savunmaya gerek bırakmayacak derecede çoktur. Daha da çoğaltılmıştır söylenenlere göre. Hem de sözleşmesi bitmemişken. Hem de takımı birinci, ikinci ve üçüncü yapamamışken. Hem de gözünü dışarıya dikmişken. İspanya, ulusal takımını birinci yapan hocasını gönderirken, bizimkiler, mucizeye sığınan hocanın sözleşmesini, daha bitmemişken iki yıl daha uzatıyor iki kat aylıkla. Kimin kimi ne derece tanıttığı da ortaya çıkmış oluyor böylece. Ayrıca, FTnin gazetecilere söylediği İstanbul beklentisinin altında da, üstünde de yatan buymuş demek ki.
Ondan ötesi palavra, palavra, palavra
Üstün Yıldırım
Evrensel'i Takip Et