20 Temmuz 2008 00:00

EKONOMİ ve POLİTİKA

Doğada ve biyolojide olduğu gibi, sosyal alanda da hiçbir olgu ve/veya değişim nedensiz değildir, değişim kararını ise daima güçlüler verir.

Paylaş

Doğada ve biyolojide olduğu gibi, sosyal alanda da hiçbir olgu ve/veya değişim nedensiz değildir, değişim kararını ise daima güçlüler verir. Doğada kütle büyüdükçe küçük kütleleri etrafında toplar; biyoloji alanında ise, bağışıklık sistemi başat olduğu sürece doku korunur, bağışıklık sisteminin çöktüğü noktada ise doku parçalanır ve ölür. Güç, sistemin bağışıklık dokusuna hakim olduğu sürece sistem yaşamını sürdürür, karşıt güçlerin sistemin bağışıklık dokusuna başat olması durumunda ise, sistem çöker ve yeni bir yapıya dönüşür. Bu yazıda, düşünceme hakim olan güç yaklaşımını, ilgi odağımız olan sosyal alanda işlemek adına, aşağıdaki fikirlerimi sizlerle paylaşmak istiyorum.
Tüm soyut açıklamalarda kavramlar ve onlara yüklenen anlamlar fevkalade önemlidir. Bu nedenle, ben de açıklamalarımı kavramlar üzerinden yürütmeye çalışacağım. Önce, sosyal alandaki güç kavramı üzerinde durmamız gerekmektedir. Kapitalist sistemlerde güç, üretim araçları mülkiyetinden kaynaklanır. Kısacası kapitalizmde güç odağı, biraz genelleme ve abartılı da olsa, asıl olarak sermayedir. Birikim sürecinde sermaye olgunlaşarak, ekonomik ve siyasal alanda güçlenirken, ilginçtir ki, kâr oranı düşer ve sistemi derin bir krize sürükler. İşte bu aşama, sermayenin emperyalist emellerle vantuzlarını çevreye yaydığı, günümüzdeki moda söylemi ile, küreselleşme politikalarını dayattığı dönemdir.
Emperyalist güç ve karar odaklarının merkezîleştiği, buna karşın emici vantuzların küreselleştiği günümüz koşullarında, çevre ekonomilerin etkili sömürü altına alınabilmesi için, merkez sermaye, biri temel süreç, ikisi ise bu sürecin uygulama araçları olmak üzere, üç önemli alanda çevresel ekonomiler üzerinde etkili olmaya çalışmaktadır. Emperyalist dokunun çevreye dayattığı ana sömürü aracı, kendi başatlığının tereddütsüz geçerli olduğu ve kurallarını kendisinin koyduğu ortam, yani “piyasa”dır. Sürecin uygulama araçları olarak da, piyasa kuralını sadakatle uygulayacak siyasal erk; ve, uygulamayı rahatlıkla sürdürebilmeyi sağlayacak ve etkinleştirecek ideolojik olan kılıftır.
Kulağa fevkalade hoş gelen, hatta bazı durumlarda gerçekten sorun çözücü olarak algılanan piyasa, aslında, kamu yararı doğrultusunda kamu müdahalesinin ve sosyal politikaların dışlandığı, buna karşın güçlülerin kuralları ile çalışan kaynak tahsis ve dağıtım ortamıdır. Piyasa sisteminde, karar mekanizmalarında kamu kesimine ve bu bağlamda sosyal politikalara yer verilmediğinden, zaruri istisnalar hariç, bireyler piyasada oluşan gelir dağılımı dışında gelir elde edemedikleri gibi, buna paralel olarak da, piyasada elde edilmiş gelirlere kamu otoritesi fazla müdahale edemez. Hal böyle olunca, ekonominin yönetimi hakkında ve yaratılan gelirin nasıl dağılacağı konusunda ağırlıklı olarak güçlü sermaye karar verir. Piyasada sermayenin başatlığı, önündeki tek engel olan kamu karar mekanizmasının ve uygulama araçlarının ortadan kaldırılması ile sağlanabilir. İşte bu nedenle, devletin ekonomiden çekilmesi, bütçenin küçültülerek sosyal devlet politikalarının dışlanması ve özeleştirme politikası emperyalistlerin vazgeçemeyeceği dayatma araçlarıdır.
Sömürü altına alınan ekonomilerin yönetim kademelerinde piyasa sadakatine bağlı siyasal erkin oluşturulması da, sonucun etkinleştirilmesi açısından emperyalistler için vazgeçilemez uygulama aracıdır. Türkiye’de de, emperyalizm paralelindeki IMF politika dayatması ve denetimindeki ekonominin sürdürülmesinde etkili siyasal kadronun, kamu hizmetinden ve devlet geleneğinden gelmeyen, esnaf kökenli ve başat piyasa zihniyetli, kısa-görüşlü kişilikler üzerine kurulmaya çalışılması rastlantısal olmasa gerek! Toplumun farklı kesimlerinin görüşlerini yansıtabilecek koalisyonların yerine, merkezin denetimine daha rahatlıkla alınabilecek tek parti iktidarının “güçlü” söylemi ile siyasete taşınması da emperyalist politikanın ayrılmaz parçası idi. Bu siyasal doku, esnaf kökeni ve zihniyeti sayesinde genel halkla oldukça sıcak ilişki kurabildiği gibi, devlet geleneğinden yoksun olmasıyla da, emparyalistler ve onların içteki ajanları ile ortak zeminde buluşabilmektedir. Varolan siyasal erkin bürokrasi ile anlaşamamasının temelinde de, salt kendisinin esnaf kökenli olması değil, aynı zamanda, bürokrasinin devlet yapısı geleneğinden gelmesi ve bu geleneğin emperyalistlerin oyununu bozuyor olması gerçeği yatmaktadır. Benzer şekilde, siyasal erkin hukuk sistemi ile çatışması da, siyasal alandaki uygulamaların, hızlı dönüşüm kabiliyeti olmayan hukuk sisteminin daha toplumsalcı ve sosyal nitelikli yapısıyla uyuşamamasının göstergesidir. Emperyalizmin önündeki bu pürüzlerin de kaldırılması temel hedefler arasındadır.
Emperyalistlerin kullandığı ideolojik malzeme ise, sınıf bilinci yerine alt-kimliklerin kışkırtılması ve sistem ideologlarınca bunun demokrasi olarak topluma yansıtılması yanında, halkın inancı sömürülerek, dinsel görüntüdeki siyasal simgelerin yine demokrasi adına toplumun genelinde bir mücadele sloganına dönüştürülmesidir. Halkın inancının sömürülmesine en açık örneği, üniversite girişlerinde ancak yüzde 1’lik bir önemi haiz olan türban meselesinin, emperyalistler, işbirlikçileri ve onların siyasal vekili olarak siyasetçilerin gündeminde ilk sırayı işgal etmesidir. Çünkü cemaat, türban görüntüsü ile üniversiteyi, yani en üst düzeyli toplumsal zihniyet oluşum mekanizmasını ele geçirmeye çalışmaktadır. Günümüzün emperyalizmi koşullarında, sadece İslam değil, tüm dinler alanında dincilik hakim kılınmaya gayret edilmektedir. Zira, ancak bu yolla yoksullaşan halk yığınlarının denetim altına alınması, emperyalizmin çevreye yayılması olası görülmektedir. Dincilik bastonu kapitalizmin aşamaları ile eş-anlıdır; kapitalizm, bu ideolojik baston olmadan sömürü ağlarını çevreye yayamaz! Kapitalist ruhlu sivil toplum kuruluşları da dokuyu yağlamaktan geri durmamaktadır!
Günümüz emperyalizminin tüm dünyada uyguladığı emperyalist emelleri ve araçları, açıktır ki, ülkenin konumu ve özelliklerine göre Türkiye’de de yürürlüktedir. Yarım yüzyıla yakın süredir ülkemizde geliştirilmeye çalışılan gerici modelin olgunlaşma aşamasının, dünya kapitalizminin yaşadığı derin krize denk geldiği günümüz koşullarında, siyasal ve hukuksal alanda tanık olduğumuz olaylar ve “darbe” gibi günümüzün moda kavramları, anlam ve içerik olarak bir kez daha sorgulanmaya muhtaç görülmelidir! Özellikle IMF ve burjuvazinin direktifleri ve denetimi altındaki politikacılar marifetiyle yürütülen politikalarla Türkiye emperyalist yörüngeye oturtularak dış dünyaya ve emperyalist girişimlere şeffaflaştırılıyorken, içte halklara ve toplumsal çıkarlara karartılmaktadır. Bu nedenledir ki, içte büyük gerginlikler yaşanırken, tüm emperyalist çevreler ve onların içerideki işbirlikçileri varolan siyasal yapıyı, üstelik de demokrasi adına şiddetle savunmaktan çekinmemekteler!
Türkiye’de kışkırtılan piyasa karşısında sosyal politikalar çökertilirken, toplumsal aydınlanma ve özgürleşme politikaları yerine kapitalistleşen cemaatler içinde bireyler eritilirken, ne demokrasiden, ne özgürlükten, ne de çevrenin merkeze taşındığından söz edilebilir. Doğrudur; çevre merkeze taşınmaktadır, ama bu süreç, toplumsal ve bölgesel gelir dağılımı düzeltilerek ve bilimsel aydınlanmanın önü açılarak içeride değil, çevresel konumlu Türkiye’nin merkez emperyalistlere kaynak aktarması biçiminde gereçekleşmektedir!
***
HAYAT TV olayı, tabiatıyla üzücü ve anlaşılır değil, ama bu modele uymuyor mu!
İzzettin Önder
ÖNCEKİ HABER

İşe sağlıklı başladılar kanser olup çıktılar

SONRAKİ HABER

Saldırıya tepkiler sürüyor

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...