20 Temmuz 2008 00:00

GÖZLEM

Krizler, sistemlerin bir yandan bunalımın nefesini ensesinde hissederken, diğer yandan kendisini yenilemesi fırsatını yaratan ve sistemlerin bu anlamda önemli değişiklikler geçirmek zorunda kaldığı dönemler olarak bilinir.

Paylaş

Krizler, sistemlerin bir yandan bunalımın nefesini ensesinde hissederken, diğer yandan kendisini yenilemesi fırsatını yaratan ve sistemlerin bu anlamda önemli değişiklikler geçirmek zorunda kaldığı dönemler olarak bilinir. Her kriz dönemi, birçok şeyin eskisi gibi devam edemeyeceğinin habercisi olmasının yanı sıra, sistemin gelecekteki gelişimini nasıl sağlayacağının belirsizliklerini de bünyesinde taşır. Ancak asıl önemli olan nokta, kriz dönemlerinde ortaya çıkan belirsizliklerin faturasının kime, nasıl ödetileceğidir.
Tarihe baktığımızda her kapitalist krizin, egemen sistemin yenilenmesi ile aşılmaya çalışıldığı, dolayısıyla emek ile sermaye arasındaki çatışma ve ilişkilerin düzeyinin, bu yapılanmanın gerçekleşmesinde önemli bir yer tuttuğu görülebilir.
Bu nedenle sistemin yenilenmesi, genellikle işçi sınıfı ve emekçilerin mevcut hakları üzerinden yapılan planlar ve uygulamalarla birlikte değerlendirilmelidir.
Sermayenin içinde bulunduğu krizden, emekçilerin üzerine basarak çıkmak istemesine, kapitalizmin tarihi boyunca çeşitli şekillerde rastlamak mümkün. Bu durumun günümüzdeki görünümleri, kimi zaman çeşitli düzeylerdeki “sosyal diyalog” mekanizmalarıyla “gönüllülük” şeklinde, kimi zaman da esnek çalışma, taşeronlaştırma ya da işsizlik oranlarının bir tehdit olarak kullanılması gibi yöntemlerle hayata geçirilmeye çalışılıyor.
Dünyanın her yerinde krizlerin etkisini arttırmasının ilk ve en acı sonuçlarının emek üzerinde görüldüğü bilinen bir gerçek. Kriz sürecinde işsizlik ve enflasyon oranları yükselirken, bu gelişmelere bağlı olarak işçilerin çalışma koşullarının ağırlaşması sermayeye, bu bahaneyle emekçilerin tepkilerinin bastırılması ve sendikaların köşeye sıkıştırılması fırsatını da veriyor.
Her kriz döneminde sermaye sınıfının temsilcilerinin “uzlaşma” çağrıları, sendikaların sermaye örgütleriyle bir araya gelmesi gibi girişimler kendiliğinden artıyor. Geçtiğimiz haftalarda TÜSİAD’ın yaptığı gibi kimi zaman sermaye çevrelerinden, kimi zaman da sendikalardan (özellikle AKP’ye yakınlığıyla bilinen sendikalardan) “ülke menfaatleri” için “bir araya gelme” çağrıları yapılıyor. Ne var ki, geçmişte yaşanan benzer durumların sonuçlarına bakıldığında bu tür çağrıların, emekçiler açısından hep daha fazla sömürü, kazanılmış haklarının kaybı ve kendilerini savunma araçlarından yoksun bırakılma gibi sonuçlar ortaya çıkardığı da ortada.
Sermayenin kriz dönemlerinde kendisini dönemin ihtiyaçlarına paralel olarak yenilemesi, işçi sınıfının genel çalışma koşullarını ağırlaştırması yanında, sendikaları işlevsiz ve güvenilmez kurumlar haline getirmeyi de gerektiriyor. Bu nedenle sermayenin çeşitli düzeylerde yürüttüğü saldırılar karşısında kendiliğinden gelişen tepkiler yeterince ve doğru bir tarzda örgütlenemezse, yaşanan kriz süreci dönüp dolaşıp yine sendikaları ve sendikal hareketi vuracak.
Sendikal hareketin, geçmişteki hata ve zaaflarından dersler çıkararak, işçi sınıfının örgütlü kesimlerini birleşik bir mücadele cephesi etrafında toplamak için somut adımlar atmadıkça, kazanılmış haklarına yönelik saldırıları engelleyebilmesi mümkün değil. Bunun için öncelikle benimsenen hakim sendikacılık tarzının ve onun uzantısı olan “diyalogcu sendikacılık” fikrinin derhal terk edilmesi gerekiyor.
Sendikaların yeniden güçlenmesi ve gerçek birer örgütlenme ve mücadele merkezi haline gelmesi elbette bugüne kadar olduğu gibi sermaye ile sürekli dirsek teması halinde olarak gerçekleşemez. Bunun için öncelikle sermayeden ve devletten bağımsız hareket edilmesi ve bu kesimlerle aralarına kesin bir ayrım çizgisi çekmeleri zorunlu. Bu anlamda bir saflaşma yaşanmadan, bırakalım sermayenin kriz üzerinden kendisini yenilemesine yönelik hamleleri boşa çıkarmayı, sendikalar için ümit verici bir gelecekten bahsetmek bile mümkün olmayacak.
Bugün ve gelecekte sınıf mücadelesini yükseltme, sınıfın tüm mücadele araç ve yöntemlerini güçlendirme inancı ve iddiasını taşıyanlar, sendikaları emek hareketinin acil ihtiyaçları temelinde yeniden ayakları üzerine dikerek, emeğe ve emekçilere yönelik yeni tehditleri engellemek sorumluluğuyla karşı karşıyalar.
Erkan Aydoğanoğlu
ÖNCEKİ HABER

Genelkurmay Ergenekon'u soruşturmuyor

SONRAKİ HABER

KESK’ten Tega’ya destek

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...