22 Temmuz 2008 00:00

ALBATROS

Türkiye siyasal tarihinin en büyük meşruluk krizlerinden birini yaşıyor. Bunun temel nedeni ise, sistemin bütününün gayrimeşru 12 Eylül darbesine ve onun gayrimeşru anayasasına dayanması.

Paylaş

Türkiye siyasal tarihinin en büyük meşruluk krizlerinden birini yaşıyor. Bunun temel nedeni ise, sistemin bütününün gayrimeşru 12 Eylül darbesine ve onun gayrimeşru anayasasına dayanması. Dolayısıyla bu anayasayı kabul ederek iktidar olanlar da, gayrimeşru bir siyasal yapının parçası, hatta suç ortağı haline geliyorlar.
82 Anayasası silah zoruyla onaylanmış bir anayasa. Bunun gayrimeşruluğu ilan edilip, 1980 Eylül’ünde cari olan anayasal yapıya dönülmedikçe ve daha sonra toplumun tüm parti ve katmanlarının temsil edildiği bir Kurucu Meclis tarafından yeni demokratik bir anayasa hazırlanıp halkın demokratik onayına sunulmadıkça ha bire kendini tekrarlayan meşruluk krizinin kısır döngüsünden kurtulmak mümkün değil.
“Ergenekon Soruşturmasında” zirveye tırmanmak da mümkün değil. Onun kesildikçe çoğalan başlarından birini almış olursunuz sadece.
Ergenekon’un kökü 12 Eylül Cuntasında.
O yargı önüne konmadıkça her soruşturma yarım kalacaktır.
***
Son “Ergenekon operasyonunun” benim açımdan en ilginç olan yanlarından biri, TMY’sının savcılara verdiği olağanüstü yetkilerden, büyük medyanın yakınmaya başlaması, ve “bir gün sıra bize de gelebilir” endişesinin yüreklerinde yer ettiğini açıkça dile getirmeye başlamaları.
Alın mesela Hürriyet’in bir çok köşe yazarını.
Bir feryat bir figan.
Oysa geçen yıl sosyalist basına ve Kürt basınına yönelik sayısız kapatmalar ve olağanüstü tutuklamalar gündeme geldiğinde, “gözleri var ama görmüyorlar, kulakları var ama duymuyorlardı”.
Sanıklardan birinin kanserden ölürken, tahliye edilmesi, elbette acı bir olay.
Peki, uzun zamandır kanserle boğuşan, Odak dergisi editörü Erol Zavar’ın tahliye edilmemesi konusunda niçin susuyorsunuz Hürriyet yazarları? Ve diğer sağlık sorunları olan siyasal mahpuslar için. 13 aydır Ergenekon sanıkları nasıl mahkemesiz içerde tutulurmuş.
Vah yazık!
Özgür Radyo, Atılım yazarları hâlâ neyle suçlandıklarını bilmeden yatarken iyiydi.
Welat, Özgür Gündem, Yedinci Gün, İşçi Köylü gazeteleri kapatılır, yöneticileri gizli örgüt suçlaması ile, “basın suçlusu” olarak bile kabul edilmezken, şimdi gözaltına alınan gazeteci ve yazarlar ile ilgili bir feryat figandır gidiyor.
Saddam rejimi, “Korku Cumhuriyeti” diye anılırdı muhalifleri tarafından.
Şimdi, bana çok komik geliyor, bu imtiyazlı sözde gazeteciler, “korku cumhuriyetinden” bahsederken. Siz bir de Kürtlere ve Sosyalistlere sorun “Korku Cumhuriyeti”ni, 1980 sonrasını, Nazi Almanya’sına benzetmek mi dersiniz, “önce komünistleri aldılar, tınmadık, sonra şunları bunları aldılar, yine tınmadık, derken sıra bize geldi” antifaşist alıntısını araklamalarını mı?
Ne de olsa, kimi dönek, kimi de kadim milli sol gelenekten. Acaba utanmazlığın bu raddeye çıktığı bir başka ülke var mıdır, devlet faşizminin canını aldığı binlerce kurbana bu kadar saygısızlık yapıldığı bir başka ülke var mıdır?
Ne o darbe yapma planlama özgürlüğü bir kısım emekli paşanın elinden alınmış.
Zat-ı alileri biraz rahatsız olmuşlar?
Paşalara bu yapılır mıymış?
Ya on yıllardır halklarımıza, gençlerimize sosyalistlerimize yaptıklarınız? Diyarbakır Toplama Kampı ile, Mamak Kampı ile, Metris kampındaki, diğer onlarca askeri toplama kampındaki zulüm ile kabil-i kıyas mı bütün bunlar?
AKP Hükümeti, TMY’sında yapılan ve yasayı, sözde reformlar öncesinden daha da kötü hale getiren değişiklikleri, askeriyenin dayattığını söyleyerek mazur göstermeye çalışıyordu.
12 Mart ve 12 Eylül darbelerinden sonra yüz binlerce insana uygulanan haksız tutuklamalar, yargısız infazlar, kayıplar karşısında kılları kıpırdamayan, 1984 sonrasında yürütülen kirli savaşı ve onun kurbanlarını görmezden gelenler, şimdi feryat figan.
Paşalara nasıl dokunursunuz diye…
İlk defa Paşalar gözaltına alınıyormuş.
Yalan!!
İç iktidar kavgaları sırasında İstiklal Mahkemeleri, Kazım Karabekir ve Rauf Paşalar dahil bir çok kişiyi tutuklamadı mı?
1950 yılında, Muğlalı Paşa, 33 Kürt yurttaşın yargısız infazı ile ilgili olarak, yargılanıp, cezaevinde ölmedi mi? [nasıl olduysa?]
1960 darbesinden sonra DP yanlısı hava kuvvetleri komutanı Yassıada’ya atılmadı mı?
1971 darbesinden sonra, yine ordu içinde NATO’cu generallerle, Kemalist Generaller arasında bir hesaplaşma, bilek güreşi yaşanmadı mı? Bazı Generaller hapsedilmedi mi?
Aslında 100. yılını kutladığımız, halkların umut beslediği, ihanete uğramış 1908 Anayasa Devriminden sonra yaşanan İTTİHATÇI/İTİLAFÇI cepheleşmesi, burjuva düzeni içinde, bugüne kadar etkisini devam ettirdi.
Neo-İttihatçılar ile Neo-İtilafçılar bugün de yaman bir bilek güreşindeler.
Ve yöntemleri de farklı değil.
Halkları aldatıp kazıklamak, fırsat buldukça sosyalistlere saldırmak.
Ve iki kampın da ne yöntemleri farklı, ne de gerçek bir demokrasinin önünü açma gibi niyetleri var. Devam eden eski bir kan kavgası.
Bu soytarılığa son verecek olan da emekçi halklarımızın ortak ve yan yana verdiği sosyalizm, eşitlik, adalet, kardeşlik mücadelesinden başka ne olabilir ki?
***
1905 Rus Devrimi, ya da 1906 İran Devrimi gibi, veya 1911 Çin Devrimi gibi 1908 Anayasa Devrimi de yarım kalmış, tamamlanmamış demokratik devrimler grubuna dahildir.
Ermeni, Kürt ve Arap halkları ile ortak proje üretmekten kaçınmak, 1908 Anayasa Devriminin ana başarısızlık nedenidir.
Talat Paşa, “Ermeni sorunu çözülmüştür” diyerek, Nazi usulü “nihai çözüm”e öncülük yaptı.
Arap ayaklanması ise emperyalistlerin ihanetine uğradı. Kürt sorununun çözümsüzlüğü ise, demokratik devrimin tamamlanmasında başlıca engel oldu 80 küsür yıl boyunca.
O çözülmeden hiçbir yere kıpırdamak mümkün değil. O çözülmedikçe biz daha çok çete ile yüzleşmek zorunda kalırız.
Ragıp Zarakolu
ÖNCEKİ HABER

GÖZLEMEVİ

SONRAKİ HABER

Ergenekon süreci halkın lehine çevrilmeli

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...