22 Temmuz 2008 00:00

GÖZLEMEVİ

Geçtiğimiz çarşamba gününün akşamüstüsünde “Hayat Televizyonu”nun Haber Müdürü Mustafa Kara telefon edip, kanalın frekansına şappadanak makas atıldığını bildirdiğinde inanın içim burkuldu. Nereden nereye...

Paylaş

Geçtiğimiz çarşamba gününün akşamüstüsünde “Hayat Televizyonu”nun Haber Müdürü Mustafa Kara telefon edip, kanalın frekansına şappadanak makas atıldığını bildirdiğinde inanın içim burkuldu. Nereden nereye... ‘60’lı yılların ortasında, askerliğimi “sakıncalı” olarak Muş ilimizdeki alayda yaparken tanıştığım Yılmaz Güney’in; “Herhangi bir ülkede, devrimci bir sanatçının görevlerini ve sorumluluklarını saptarken, o ülkenin tarihi, toplumsal, ekonomik ve siyasi yapısını, o ülkedeki toplumsal kurtuluş mücadelesinin, kitlelerin sanat ve kültür ilişkilerinin düzeyini doğru kavramak gerekir” deyişini anımsadım. Yılmaz’ı bir kez daha sevgi ve saygıyla andım, ellerimi içimden birbirine vurarak onu çok çok alkışladım.
Sonra kendi kendime sordum: “Hayat Televizyonu” karartılmayacaktı da, hangi kanala makas atılacaktı?
Genel Yayın Yönetmeni Aydın Çubukçu’dan başlayarak, kanalın tüm çalışanları devrimci kimlikleri olan insanlardı, biliyordum. Devrimci doğaları gereği elbette birer militandılar. Yenileştirici ve değiştiriciydiler. Toplumsal kurtuluş mücadelesinden yana tavırlıydılar. Devrimci mücadeleye organik bir biçimde bağlanmış, ülkenin içinde bulunduğu “ahval ve şerait” içinde mücadelenin hedefleri ve görevleri doğrultusunda görevler üstlenmiştiler. Genel yayın yönetmeninin yönetimi, haber müdürünün haber değerlendirmesi, spikerin sesi, program yapımcısının belleği devrimin birer aracı, silahıydı.
O halde? “Hayat Televizyonu”ndan başka yayını engellenecek kanal mı vardı?
Daha dün gibi anımsadım, Muş Alayı’ndaki süzgün mü süzgün sürgün günlerimizde Yılmaz Güney; “Devrimci sanat, halkın yaşamını, halkı ezen sınıf baskılarını, bu baskılara karşı halkın mücadelesini, yeni bir topluma duyduğu özlemleri, ezen sınıflara duyulan kini, nefreti temel almalı, onların devrimci mücadele ruhunu geliştirmeli, halk kahramanlığını, halk için fedakarlık ruhunu derinleştirmeli, olumlu ve olumsuz insan örneklerini karakterize ederek mücadeleyi bütün boyutlarıyla konu edinmelidir” derdi. Ne garip! Hayat Televizyonu bu gerçeği uyguluyordu.
Bu durumda, siyasi erk elbette “Hayat Televizyonu”nu boğacaktı ve boğdu.
Hayat Televizyonu yayına başladığı yedi aydan bu yana işlediği hiçbir konuyu basite indirgemedi, dandik sloganlarla kafaları bulandırmadı, toplumun gelişen güçlerini korudu kolladı, gelişmesine katkı sağladı.
Dolayısıyla karartıldı…
Frekans verilmedi, karartıldı; çünkü gerçekleri uygulamış, yaşama ulaştırmıştı. Toplumun gelişen güçleri önündeki engelleri, engellerin ideolojik, siyasi, kültürel, toplumsal niteliklerini kavratmada görev aldı. Sosyalist ve ilerici olanı öne çıkartırken, gerici ve olumsuz güçleri gerçeğe ters düşecek biçimde yorumlarsa, küçümserse ya da olduğundan çok önemserse olmazdı. Yayın politikasında bütün bunları “nazar-ı itibara” aldı. Oportünizme kaymadı. Zaafları cesaretle vurguladı ama zaafları ne abarttı, ne de ufaladı.
Siyasi erkin kartel ve tröst imparatorluklarının tam karşısında yer aldı… Karartıldı…
Aydın Çubukçu yönetimindeki “Hayat Televizyonu”, devrim güçlerinin yarına duydukları inancı pekiştirirken, devrimin önündeki zorlukları da yayınlarında nesnel olarak belirtiyordu. Sanat ve kültür alanındaki yaratıcı çalışmalarının kaynağı halktı. Eylem Yıldızer’in “Sanatla Hayat” programı bile kaynağını halktan alıyor, ürünler cesaretle ve özveriyle halka götürülüyordu. Karşılıklı etkileme ve etkilenme süreci içerisinde halk sanatın, sanat da halkın gelişmesine yardımcı olacaktı, bu bilinç tüm çalışanlarca anlaşılmıştı. Halkın ve özellikle gençliğin bilincini yozlaştıran, halka zararlı düşüncelere karşı verilen mücadelede etkin ve güçlü bir temizleme silahıydı “Hayat Televizyonu”. Kendinden olan “şey”leri küçümseyen, kendinden olan her “şey”e güvensizlik duyan, yabancı “şey”ler karşısında kölece eğilen, yabancı olan “şey”lere hayranlık besleyen anlayışı kendi içinde yıktı attı.
Daha ne “neden” arasınlar ki?.. Gölgesinden korkanların indinde karartılmalıydı, karartıldı.
Emperyalizmin bilincimize yerleştirdiği organik ajanlara karşı kurulmuş bir kurumdu “Hayat Televizyonu”. Kaynağı aynı olmakla birlikte, farklı biçimlerde siyaset ve devrimci mücadele alanında da belirgin biçimde kendini gösterdi. Umudunu kendi toprağına ve kendi halkına bağladı. Her türlü olumsuz eğilimlere karşı yürütülecek ideolojik mücadelenin bir unsuru olarak yayınını dosdoğru ideolojik-teorik temellere yasladı. Sanatsal kaygı ve titizliğin yanı sıra devrimci çizgisinden hiç şaşmadı. Bilimsel sosyalizmin bilimi özümlenmişti ve bilimsel sosyalizmin ilkelerine uygun bir pratik içinde yayınlar yaptı.
Bölmüyor birleştiriyordu, ama “bölücülük” gerekçesine sığınıldı, yayın karartıldı…
İçinde bulunduğumuz toplumsal ve ekonomik yapı doğru kavranmıştı, buna bağlı olarak sınıflar arasındaki ilişkiler doğru biçimiyle değerlendiriliyor, sınıf mücadelesi günlük yaşayış biçemi içinde anlatılıyordu. Sömüren sınıfların ve temsilcilerinin iç-dış, maddi-manevi toplumsal dayanakları, sömürülen kitlelere fotoğraf netliğinde gösteriliyor; işçi sınıfının tarihi rolü anlatılıyordu. Emekçi kitlelerin dikkatini sınıf hedeflerinden şaşırtmak için girişilen gizli kapaklı oyunları bozdu, onlara günlük isteklerini en doğru bir biçimde ifade edebilmeleri için yardımcı oldu, bütün çalışanların, ulusal ve uluslararası planda çıkarlarının birliğini, dostlarını ve düşmanlarını kavrattı.
Sadece doğru fikirlerin kabaca aktarılması değil, yeni toplumsal süreç içerisinde insanın çalkantıları, umutları, acıları, coşkuları, yeri geldiğinde sanatın hamuruyla yoğrularak anlatıldı.
Kapatıldı.
Şimdi iş, orada burada her yerde toplanmaya, birlik olmaya, birlikten doğan kuvvetle boğazımızı sıkan, sesimizi kısan eli “Sansüre inat, ‘Hayat’ yaşayacak!” sloganıyla kırmaya kaldı.
Üstün Akmen
ÖNCEKİ HABER

Yüzümüzü kendi coğrafyamıza çevirmeliyiz

SONRAKİ HABER

ALBATROS

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...