28 Temmuz 2008 00:00

NABIZ

Son zamanların önemli gündem maddesi, su. Ankara Büyükşehir Belediyesi çerçevesinde başlayıp, İzmir’e atlayan, sonra da Hükümet ile İzmir Büyükşehir Belediyesi arasında bir kapışmaya dönüşen tartışma, son haftaların öne çıkan bir konusu. “Hangi suda ne kadar arsenik var?”dan, “bu arseniğin ne kadarı zararlı?”ya kadar sorular, tüketici olarak vatandaşın aklını işgal ederken, Hükümetin “koca koca” bakanları, su üzerinden İzmir’i “düşürmek” için ellerinden geleni ardlarına koymuyorlardı.

Paylaş

Son zamanların önemli gündem maddesi, su. Ankara Büyükşehir Belediyesi çerçevesinde başlayıp, İzmir’e atlayan, sonra da Hükümet ile İzmir Büyükşehir Belediyesi arasında bir kapışmaya dönüşen tartışma, son haftaların öne çıkan bir konusu. “Hangi suda ne kadar arsenik var?”dan, “bu arseniğin ne kadarı zararlı?”ya kadar sorular, tüketici olarak vatandaşın aklını işgal ederken, Hükümetin “koca koca” bakanları, su üzerinden İzmir’i “düşürmek” için ellerinden geleni ardlarına koymuyorlardı. Şimdiye kadar, kolera vb salgınlar çıktığında, “bu sorun onların sorunu” diye işi belediyelere yıkan Sağlık Bakanı, iş İzmir’e gelince “otoriteliğini” hatırlar oldu. Su gündeme geldiğinde, “aman da tasarruf lazım” demekten başka lafı olmayanlar, birden kimyager kesilmeleri de çok çarpıcıydı. Ama, tartışmanın görünen kısmının ötesi var; sorun basit bir AKP-CHP belediye kapışmasının ötesinde görünmekte.
Su, sadece bizim için değil, tüm canlılar için yaşamsal bir zorunluluk. Yaşamın sürdürülmesi için, suyun, hem de sağlıklı bir suyun gereği ortada. Ama, bu su dünyada sınırlı kaynaklara sahip. Üstelik bir de, şu küresel denilen politikalar, suya da el atmış görünüyor. Su, doğal bir ihtiyaç olmaktan çıkarılıp, bir metaya dönüştürülmek isteniyor.
Suyun bulunması, miktarı tamam önemli, ama bir de temiz olması gerek. Suyun hastalık yapıcı mikroorganizmalar kadar, çok popüler hale gelen arsenik ve diğer kimyasal maddelerden temizlenmesi gerek. Biliyoruz ki, bu maddeler, kısa ve daha çok da uzun vadede insanlarda kansere kadar varan bir dizi sağlık sorununa yol açabilmekte. Dolayısı ile, suyun temiz olması, temiz koşullarda taşınıp insanlara ulaştırılması önemli. Geleneksel olarak da, toplumlar bu süreci kamusal organizasyon ve sorumluluklarla gerçekleştirmiştir. Ta ki, 80’li yıllara kadar.
Dünyada neoliberalizmin yükseliş dönemi ile birlikte, suyun (da) metalaştırılması ile ilgili politikalar gündeme gelmiştir. Bu politikaların “koç başı” Dünya Bankası eliyle. Fransa’da suyun özelleştirilmesi örneğinden yola çıkılarak, bir dünya modeli oluşturmaya girişilmesi, Dünya Bankası’nın yeni eğilimi olmuştur. Kamunun su hizmetlerinden giderek elini çekmesi, ama kıamu güvencesinde işi özel şirketlere devretmesi biçiminde özetlenebilecek bu politika, dünya ölçeğindeki su şirketlerinin dünya su kaynaklarını yönetebilmesinin önünü açma amaçlıdır. Fransa’dan sonra, değişik ülkelerde farklı modeller, ama benzer mantık yaygınlaşmaya başlamıştır.
Türkiye’de bu konuda ciddi gelişmeler söz konusudur. İzmit, Antalya, Çeşme-Alaçatı, vb su özelleştirmeleri, Türkiye’nin (belediyelerinin) bu konuda dünyaya entegrasyonunun başarılı (!) örnekleridir. Özellikle 1980 sonrası bir dizi yasada yapılan değişiklikle, su yönetiminde belediyeleri kendi dertleri ile baş başa bırakıp, onları dış kredi kullanmaya yönlendiren bir sonuç yaratmaya başlamıştır. Gerek belediyelerin merkezi yönetimlerin desteğinden yoksun bırakılması, gerekse belediyelerin hizmetlerinin birbirlerinden koparılarak parçalanması, bu sürecin bir başka dinamiği olmuştur.
Uzmanlar diyor ki, Türkiye su özelleştirmesinde önce Fransız modelini denemiş, şimdi giderek İngiliz modeline doğru çarketmeye başlamıştır. Bunun anlamı şu; yerel yönetimlerin daha çok inisiyatif aldığı Fransız modeli yerine, geniş çaplı su havzası özelleştirmeleri kapıdadır. İşte, “suda tasarruf” “arsenikli su” kapışmalarının arkasında, insanın en temel ihtiyacı olan suyun metalaştırılması, çok uluslu tekellerin kar alanı haline getirilmesi senaryosu söz konusudur.
Denilebilir ki, “Fransız ya da İngiliz fark etmez, biz temiz su içmek/kullanmak istiyoruz. Zaten belediyeler de, bu işi beceremiyor.” Sanıyorum, istenen de, bunu söyletmek. Tıpkı sağlıkta olduğu gibi, tıpkı diğer hizmetlerde olduğu gibi. Sen yıllarca, kamusal bir hizmet olan sağlığın yada başka birinin gereği finansal ve örgütsel katkıyı, düzenlemeyi yapma. O alanı çökert. Sonra, başka düzenleme ve katkılarla, bir özel alternatif yarat. Hizmet sorumluluğunu bu yeni aktöre devret. Daha doğrusu, söz konusu alanın karını. Suda olan, farklı değil. Burada, sorumluluk vatandaşta. Suyu yaşamsal bir ihtiyaç olarak gören, içtiği suyun nasıl sağlanması gerektiği konusunda söz söyleyen bir iradi müdahale olmazsa, küresel aktörleri bu işe sokmak isteyenlerin Ankara-İzmir ortaoyunlarını daha çok seyrederiz.
İlgilisi için iki kaynak: “Tayfun Çınar-Hülya Özdinç, Su Yönetimi, Memleket Yayınları, 2006”, “Toplum ve Hekim, Cilt 23, Sayı 1, Su ve Sağlık Dosyası”.
Ata Soyer
ÖNCEKİ HABER

Hastalıklı tohum kurbanıyız

SONRAKİ HABER

Akhisarlı gençler Gümüldür’e çağırıyor

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...