6 Ağustos 2008 00:00

Hayat bütün ezberleri bozuyordu çünkü


Küresel sermayeyle yerli işbirlikçilerinin renk ve kabuk değiştiren taşeronu AKP iktidarı, basın ve yayın organlarını da saflarına katarak iktidarını her alana taşımak istiyor. Tarihsel ve coğrafi konumu gereği küresel sermayenin Ortadoğu’daki iki jandarmalığından birine soyunan Türkiye, 12 Eylül’le birlikte yeni kodlarla şifrelenen halkını dinsel zaaflarıyla buluşturup, kendine tarz bir demokrasi biçimi yarattı. Bugün çoğu televizyon kanalı, gazetesi, radyosu, yayınevi, içte yeşil sermayenin, dışta küresel sermayenin borazanı durumunda. Halkı okumaktan, düşünmekten, sorgulamaktan uzak tutmak; onları verimli bir oy tarlası haline getirmek, kendine yabancılaştırmak için ya istediği kalıpta hazır kültür ithal ediyor ya da onların taklitlerini üretmek için şöhret adı altında yarışmalarla naylon sanatçılar buluyor. Bunun da günümüzde en verimli alanı, televizyon. Ne verirseniz halk onu alıyor, onunla besleniyor, ona öykünüyor. Halk ille de bana şunu verin diye bir istekte bulunmuyor; zaten asıl sorun da burada. Türk halkını aptala çevirdiler, onu kötü bir zamanında kıstırdılar. Bir yanda kirli savaşlar, dağlardan gelen cenazeler, katledilen aydınlar; çete, mafya cinayetleri; açlık, yoksulluk, işsizlik; ırkçı, dinci, etnik saldırılar, düşünceye vurulan zincir, bastırılan hak arama gösterileri, bir yanda hızla tahrip edilen doğa. Kapkara bir geleceğin ortasında kendini yapayalnız, ıssız ve umarsız hisseden halk, kentin kıyılarında toplanmış, için için yanan bir çöplük yangınına benziyor. Şimdilik kendisinden başkasını yakmıyor tabii.
Parasız eğitimden, sağlıktan yoksun, kendi üzerinde oynanan oyunlardan habersiz halk, ya evlerinin içine, yatak odalarına kadar sokulan taşeron televizyon kanallarındaki hayatlara benzemeye çalışıyor, ya ruhsal dengesini yitirip suç işlemek için sokağa çıkıyor, ya da birilerinin sırtına basarak zengin olma hayalleri kuruyor.
Peki, o kadar umutsuz mu her şey; bu kadar karanlık mı gelecek?..
Hayır, elbette değil!..
Halkın kendi hayatının farkında olması; tarihini, geleceğini, yaşadığı çağı sorgulaması, okuması; hayatın gerçeklerini, sıradan görünen önemli ayrıntıları keşfedip bunu sanata dönüştürmesi, çevresine bakması, söz alması hiç de ütopya değil. Yeter ki bir ışık yakılsın. Oy tarlası gecekondu semtlerinin, esnafın, işçinin, memurun yaşama kavgası, direnişi, uğradığı haksızlık, sömürü gösterilsin. Egemen sınıfın görüşlerini yorumlarıyla onaylayan, onların diliyle konuşan, olaylara onların gözlüğüyle bakan sallabaş haber sunucularının, iktidarla işbirliği yapan gazete patronlarının, bir koyup üç alan izlence yapımcılarının koşullanmışlığı, ezber bozan izlencelerle kırılsın; bu ışık dalga dalga yayılsın, halkın sesi, kulağı olsun.
Hayatın televizyonu, halkın, haklının yanında bir yayın organı. Bunu yapıyordu. Namussuzluğu, dönekliği, yalanı, talanı, sömürüyü, vurgunu, iktidarın ikiyüzlülüğünü ortaya koyuyordu.
Sözde susturuldu ama başaramayacaklar. Bu ülkenin okumuşu, aydını, düşünürü bu eylemler karşısında sessiz kalmamalı. Ateşi karıştırmayı sürdürüyorlar çünkü. Hem hayatı susturacak, hem ateşi karıştıracaksın. Bu olmaz! Bunun hesabını uyutulmaya çalışılan bu halk günün birinde mutlaka soracaktır!
Zafer Doruk (Öykücü-Yazar)

Evrensel'i Takip Et