13 Ağustos 2008 00:00

UFUK


Ergenekon davasının hangi sınırda duracağı ve ciddi bir arınmaya hizmet edip etmeyeceği zamanla daha net anlaşılacak. Şu anda, “muvazzaflara” uzanmayan, ama öte yandan, küçümsenemeyecek ilişkilere de yer veren bir iddianameyle karşı karşıyayız.
Ergenekon tartışması bir ucundan Kıbrıs’a da uzandı. Ergenekon’un kollarının KKTC’ye uzandığına dair haberlerin basında yer almaya başlamasıyla birlikte, Kuzey Kıbrıs’ta da, “Acaba Ergenekon davası süreci buradaki faili meçhullerin aydınlanmasına da kapı açabilir mi?” diye soruluyor. Kuzey Kıbrıs basınında bir süredir bu tartışmanın izlerini görüyoruz. Hatta orada da birbirini “Ergenekon’un uzantısı” olmakla suçlayanlara rastlanıyor.
Tam da bu tartışma sürecinde Kuzey Kıbrıs’tan bir telefon geldi. Arayan Kıbrıs’lı Şair İlkay Adalı idi. 6 Temmuz 1996’da evinin önünde “faili meçhul” bir cinayete kurban giden gazeteci Kutlu Adalı’nın eşi olan İlkay Adalı’yla, eşinin katledilmesinden itibaren birçok kez görüşmüş, hatta Lefkoşa’daki evine konuk olmuştuk. İlkay Hanım, kendisini Türkiye’den arayan bazı gazetelerin isimlerini vererek, bu gazetelerin kime ait oldukları, nasıl bir yayın anlayışına sahip olduklarını sordu. Son derece anlaşılabilir bir soru. Çünkü İlkay Adalı, eşi Kutlu Adalı’nın katledilmesinden sonra, bu olayın arkasındaki güçlerin açığa çıkarılması için cesurca mücadele vermiş, ciddi bir hukuk sürecini başlatmış, diğer taraftan da birçok basın yayın organına olayla ilgili açıklamalarda bulunmuştu. Ve İlkay Hanım, yaptığı bu açıklamalarda, kuşkulandığını belirttiği bazı “güvenlik personeli”nin kendisi hakkında dava açması sonrasında, yargılandı. Bu yargılanma süreci 4 yıl sürdü. Dolayısıyla şimdi de, Ergenekon sürecinde eşinin katledilmesinin gündeme gelmiş olması karşısında da, haklı bir endişe taşıyor. “Acaba Ergenekon ile bağlantılandırılıp sonra da üzeri örtülecek mi?” sorusu ile birlikte, “Ergenekon süreci gerçekten derin ilişkilerle bir hesaplaşma süreci mi, yoksa Türkiye’de belirli siyasi çevrelerin kendi aralarındaki bir hesaplaşma süreci mi?” sorusu da kafasını meşgul ediyor.
Bizim ülkemizde ve Kuzey Kıbrıs’ta, bugüne kadar gerçekleştirilen faili meçhullerin, devletin ilgili birimleri ve yargı organlarının çabasıyla açığa çıkartılıp sonuçlandırıldığına dair kayda değer örnekler bulunmadığı için, bu “faili meçhul” cinayetlere kurban gidenlerin yakınlarının ciddi kaygılar taşımasından daha doğal ne olabilir?
Hatırlanacağı gibi dönemin Başbakanlık Teftiş Kurulu Başkanı Kutlu Savaş’ın hazırladığı Susurluk Raporu’nda, Kutlu Adalı cinayetiyle ilgili olarak şu bilgilere yer verilmişti: “Yaşar Öz’ün de ortağı olan MİT mensubu Tarık Ümit, KKTC’deki off-shore bankalardan ‘First Merchant Bank’ın ortağıydı. Kıbrıs’ta Abdullah Çatlı ve diğer çete üyeleri, kumarhane devri için bazı karanlık ilişkilere girmiş ve bu dönemde Çatlı, Mehmet Özbay kimliğiyle 10 kez Ada’ya giriş-çıkış yapmıştı. Kıbrıslı gazeteci-yazar Kutlu Adalı’nın Özel Harekat Dairesi’nin kullandığı Uzi marka silahla öldürülmesi, Çatlı’nın Ada’da bulunduğu tarihlere denk gelmişti. Adalı’nın öldürülmesi çetenin Kıbrıs’taki ağırlığını gözler önüne sermişti.”
Ve İlkay Adalı, eşi Kutlu Adalı’nın katledilmesinde kullanılan silahın balistik incelemesi için Ankara’ya götürüldüğünü ve hâlâ bir yanıt alınamadığını söyledi. Abdullah Çatlı’nın kullandığı silahla Kutlu Adalı’nın vücudundan çıkan kurşunların çakışıp çakışmadığı bu inceleme sonrası açığa çıkarılacaktı.
Bu durumda insanın aklına ister istemez, Ergenekon iddianamesinin ek klasörlerinde yer verilen, Akın Birdal’ın İHD Genel Başkanı iken uğradığı suikastın arkasında Özel Harp Dairesi’nin bulunduğu bilgisi geliyor.
Acaba Kutlu Adalı cinayetini de aynı güçler mi gerçekleştirdi? Eğer değilse, aradan 12 yıl geçmesine rağmen Kutlu Adalı cinayeti neden aydınlatılmadı? Üstelik, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM), Türkiye’yi gazeteci Kutlu Adalı’nın katledilmesinin ardından “yeterli soruşturma yapmadığı” gerekçesiyle, 2005 yılında, 95 bin avro tazminata mahkum etmiş olmasına rağmen!
Ankara’yı hem bu faturayı ödeyip, hem de bu “ayıbı” yüklenmeye iten o kutsal gerekçe nedir?
Kutlu Adalı katledildiği dönemde Rauf Denktaş KKTC’de, Süleyman Demirel de Türkiye’de cumhurbaşkanıydı. Ve ne tesadüf ki, her ikisi de, Ergenekon soruşturmasından rahatsızlık duyduklarına dair açıklamalar yaptılar.
Bu iki eski dost, “ana vatan” ve “yavru vatan”ın, yani iki Türk Cumhuriyeti’nin bir araya gelip, Kutlu Adalı cinayetinin faillerini nasıl bulamadıklarını bir açıklasalar da, herkes öğrense!
Fatih Polat

Evrensel'i Takip Et