15 Ağustos 2008 00:00

DURUM

Tuzla Tersaneleri’nin patronlarına bir ad takmak gerekseydi, onlara seri katiller demek doğru bir tanımlama olurdu.

Paylaş

Tuzla Tersaneleri’nin patronlarına bir ad takmak gerekseydi, onlara seri katiller demek doğru bir tanımlama olurdu. Gisan Tersanesi’ndeki son “filika kaldırma donanım testi”, Tuzla patronlarının onlarca işçiyi göz göre göre ölüme gönderme konusunda hiç tereddüt etmeyeceklerini açıkça ve bir kez daha gösterdi. Patronlar önceki işçi ölümleri için “savcılar, MİT devreye girsin, bu terör örgütü işi” diyorlardı. Ama görüldü ki, işçilere kum torbası kadar değer vermeyen, vicdanını yitirmiş, ahlaki sorumluluk taşımayan, kâr hırsı gözlerini bürümüş vahşi kapitalistlerle karşı karşıyız. Savcılar devrede ama henüz ortada sorumlu yok, önceki iş cinayetleri nedeniyle ağır cezaya çarptırılmış patron da yok!
Tuzla da geçmiş “iş kazaları” için 11 dava açılmış, ama hukukçuların tespitlerine göre hiç bir tersane yöneticisi cezaevine girmemiş. Açılan davalar nedeniyle tek bir gün bile cezaevinde yatmayan yöneticiler, ceza ertelemeleri ve tazminatlarla kurtulmuşlar. Son yaptıkları ise bilerek ve tasarlayarak adam öldürme kapsamına giriyor! Hukukçular bu durumda 15 yıla kadar ceza verilebildiğini söylüyorlar. Ama sorun esasta bir hukuk ve ceza sorunu değil. Sorun aşırı kârlar elde etmek için işçilere hiç bir hak tanımayan vahşi bir sömürü düzeninin işlemesi sorunu. Tuzla da çarklar işçilerin kanı ve canıyla dönüyor. Daha bir süre önce Deniz Ticaret Odası Başkanı Metin Kalkavan, “İşlediğin çelik, pamuk değil! Biz tekstil atölyesi değiliz. İşçinin, ölebileceğini bilmesi lazım” dememiş miydi? Hükümet ve sermaye çevrelerinden kimse bu efendiye ‘madem çelik işliyorsun, daha fazla önlem alman gerekir’ demedi. Yani hukukta ona göre işliyor. Böyle başa böyle tıraş!
Patronlar işçilere bu filikaya binmezsen işten atılır açlıktan ölürsün, sadece sen değil çoluk çocuğunda sefil olur, ya da çalışırsın “iş kazasında” ölürsün ikilemini vahşice dayatıyorlar. Yani işçilere sunulan onurlu, insanca bir yaşam alternatifi yok. Peki ama iş bu kadar ayyuka çıkmışken, tüm ülke “Acaba bugün Tuzla’dan yeni işçi ölümü haberi gelecek mi?” diye beklerken, sorun sadece Tuzla patronlarının sorumsuzluğuna veya sorumluluğuna bırakılabilir mi? Eğer öyleyse devlet ve hukuk ne işe yarıyor? Devlet kapitalistlerin kolektif örgütü olarak, sözde tarafsızlık maskesini takınıp, ölümleri önleyecek, işçilerin sefalet koşullarında sendikasız, sigortasız çalıştırılmasına karşı önlemler alınmasını sağlayamaz mı?
Sağlamadığı ve sağlamayacağı yukarıdaki örneklerden görülüyor. Aksine hükümet ve devletin yetkilileri Türkiye’nin ucuz işçi cenneti olması gerektiğini her fırsatta dile getiriyorlar. Onlara göre Çin koşullarını -onlar sadece işçilerin aldığı ücreti görüp, Çinli işçilerin diğer haklarını görmezden geliyorlar- ülkenin her tarafına yaymak gerekiyor. Spekülatör Soros “Türkiye’nin en iyi ihraç malı ordusudur” diyordu, bizim kapitalistler ve onların hükümeti, “hayır bizim sadece sizin tatlı kârlarınız için ölecek Mehmetçiklerimiz yok, sudan ucuz, canı beş para etmeyen işçilerimiz de var, gelin onları tepe tepe kullanın” çağrısını yapıyor.
Şu tablo hangi ülkede var? Bayrampaşa’da işyeri patlıyor, onlarca işçi ölü, Tuzla deseniz neredeyse her gün bir kayıp veriyor, ülkenin sağında solunda “faili meçhul” bombalar patlıyor onlarca insan ölüyor, belediyeler çukur kazıyor vatandaş düşüp boğuluyor, karayolları mıcır döküyor onlarca ölü vb. vb. Sermaye ve hükümet daha fazla sömürü için daha fazla kan ve can isterken ana muhalefet lideri de “bölücü teröre karşı” kitlesel tepki çağrıları yapıyor! Bunun linçten başka bir anlama gelmediğini ise bu ülkede yaşayan aklı başında, sağ duyulu hemen her vatandaş biliyor.
Bütün bunlardan bir çıkış yok mu? Bu ülkenin insanları, işçileri, emekçileri, Türk’ü, Kürt’ü bu vahşete, vurdumduymazlığa, aşırı sömürü ve yoksullaşmaya, demokrasisizliğe mahkum mu? Mahkum olmadıklarını, mücadele ettiklerini biliyoruz. Ama bu mücadelenin henüz zayıf ve yetersiz olduğunu da biliyoruz. Bu nedenle işçi sınıfının bilinçli ve örgütlü kesimlerine, halkın ve gençliğin aydınlanmış kesimlerine daha fazla iş düşüyor. Çünkü işçi ve emekçi halkın daha geniş kesimlerinin uyandırılıp mücadeleye çekilmesi, bu mücadelenin birleştirilip sermaye ve devleti zorlaması, ancak bu kesimlerin çabaları ile olanaklı.
Ahmet Yaşaroğlu
ÖNCEKİ HABER

Sokağın neşeli yüzleri

SONRAKİ HABER

Ahmedinecad’dan ‘enerjik’ ziyaret

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...