28 Ağustos 2008 00:00

ÖZGÜRLÜKLER


Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin DTP milletvekili Ayla Akad Ata’nın soru önergesini cevapladı. Son iki yılda (2006 ve 2007 yılları) 10 bin 886 polis ve jandarma, işkenceyle suçlanmış ve haklarında soruşturma açılmış. Sayıya dikkat! İşkence suçuna bulaşmış, 10 bin 886 polis ve jandarma…
Bir şeye daha dikkat, hiçbir kamu görevlisi tutuklu değil. Ama aynı dönemde memura direnme suçundan 170 yurttaş tutuklanmış. Yurttaşa işkence yapanlara bir tek tutuklama yok; ama memura direndi diye insanlar kolayca tutuklanabiliyor.
Peki, kaç kişiye işkence ve kötü muamele yapmakla suçlanmış bu kamu görevlileri? Son iki yılın rakamlarına göre 4 bin 662 kişiye işkence yapmışlar. Bu sayılar şikayet edilen olaylarla ilgili. Yoksa işkence sayılarının kesinlikle daha fazla olduğunu düşünebiliriz…
Aynı döneme ilişkin İHD’nin saptadığı işkence vakası 2006 yılı için 708, 2007 yılı için ise 678’dir.
İHD’yi abartılı açıklamalarda bulunmakla ve abartılı veriler sunmakla suçlayanlar resmi açıklamalar karşısında ne düşünürler, ne derler acaba?
Peki, işkence karşısında ne yapmak lazım?
Ceza Kanunu’nun 94. Maddesini (işkence ve eziyet başlıklı) işletmek lazım. Kim işletecek? Yargı. Demek ki, yargının ve soruşturma ve kovuşturma organlarının ‘cezasızlık’ politikasından vazgeçmesi lazım. İki, hükümet işkencecilere tolerans politikasından vazgeçmesi lazım. İdari tasarrufla işkenceye bulaşan kamu görevlilerini görevden uzaklaştırması lazım. Üç, eğitime önem verilmesi lazım. Ve elbette, kısaca BM İşkencenin Önlenmesi Sözleşmesi (1987) diye adlandırılan Sözleşme çerçevesinde 2002’de kabul edilmiş, 2006’da yürürlüğe girmiş (Türkiye Protokol’ü 2005’de imzaladı, henüz onaylamadı) Seçmeli Protokol’ün onaylanması ve Protokol’de yer alan usul ve mekanizmaların hayata geçirilmesi lazım. Bütün bunlar için en yüksek derecede politik irade gösterilmesi lazım.
Peki,’ yargısız infaz’ diye nitelendirilen yasadışı ve keyfi infazlar ne durumda?
Bu konuda da Türkiye’de soruşturma ve kovuşturma organlarının yurttaşların haklarını koruduğunu söylemek olası değil. 2007 Polis Vazife ve Salahiyetleri Kanunu değişikliği, güvenlik kuvvetlerini aşırı ve orantısız güç kullanmada ve yargısız infazlarda bulunmada cesaretlendirdi. Onlarca olay var, Haziran 2007’den sonraki döneme ilişkin. Polis eskiden de elinin hukukla soğutulmasını istemezdi. Şimdi ve daha iki gün önce de Jandarma Genel Komutanı, hukuki reformlardan şikayet etti. Biz, son üç yılda insan hakları ve özgürlüklerinin sınırlandırıldığını, bu durumun kabul edilemez olduğunu tespit eder ve söylerken; o nedenle de hukukun üstünlüğü ve demokrasi ilkesine dayanan daha özgür bir sistem talebinde bulunurken; güvenlik bürokrasisi, özgürlük talebinin karşısına yetki talebi ile çıkıyor. İnsan hakları savunucuları açısından bu durum şaşırtıcı değildir. Sorun, zor kullanma, silah bulundurma ve kullanma tekeline sahip kamu otoritelerinin, bu silahları keyfi kullanmalarının önüne nasıl geçileceğidir. Belinde, elinde silah taşıyan ve daha pek çok insan hayatı için tehlike teşkil edebilecek silahlarla, alet ve edavatla ve yetkilerle donatılmış güvenlik güçlerinin, hukuk içersine nasıl çekileceğidir.
Evet, en azından ta Demirel’den bu yana(bu demektir ki, son 45-50 yıl)temel meselelerden birisi budur: Polisin, askerin elinin hukukla soğutulup soğutulamayacağı meselesi...
Bu bir demokrasi meselesidir; hukuk devleti olup ol(a)mama ile ilgili bir meseledir.
Hüsnü Öndül

Evrensel'i Takip Et