4 Eylül 2008 00:00

TABLO


Geçen haftaki yazımızda, sermayeyi temsil eden hükümet ile kamu emekçilerini sözde temsil eden Kamu-Sen ve Memur-Sen arasında meşru olmayan görüşmeleri ele almış, sendikaların bu ortaoyununa figüran olarak kamu emekçilerine büyük bir kötülük yaptıklarını ele almıştık.
Kamu emekçilerini açlık sınırında ücretlere mahkum etmek için direnen AKP Hükümeti’nin Genel Başkan Yardımcısı Şaban Dişli’nin 1 milyon dolar rüşvet “iddiasıyla” partisindeki bütün görevlerinden istifa etmesi olayını birlikte değerlendirdiğimizde, kamu emekçilerine neden açlığın reva görüldüğü anlaşılacaktır.
Türkiye’deki kaynakların rüşvet, yolsuzluk, faiz, tekellere ayni ve vergi teşviki adı altında hortumlandığı, bu nedenle halka ve emekçilere kasten kaynak ayrılmadığı gerçeğiyle karşı karşıyayız.
Bu gerçeği “görmelerine” rağmen, Kamu-Sen ve Memur–Sen gibi “sendikalar” sermaye temsilcisi hükümetle sözde pazarlığa oturmuş, pazarlık konusu yaptığı “taleplerin” de gerisine düşerek masadan ikna olarak kalkmışlardır. Çünkü görüşmeler öncesi esen-gürleyen “sendikaların”, kapalı kapılar ardında, oturdukları “pazarlık” masasında öne sürdükleri taleplerini unutmaları, hükümet tarafından ikna edildiklerine işaret olmuştur. Kameraların karşısına geçerek, “alabildiklerinin en iyisini aldıklarını” söyledikleri ise, ikna olmalarını sağlayan sadece 5 YTL’lik sendika ödentisi ve hedeflenen enflasyonun altında kademeli (yüzde 4+4.5) ücret artışı olmuştur. Bu zammın ücretlere etkisi ise sadece günlük 1.5 YTL’dir. Kaldı ki bu kadarcık artış bile masada bulunan sendikaların pazarlık gücüyle alınmamıştır. Hükümetin verdiği bu artışların, yerel seçim öncesi çalışmalarının bir parçası olduğu gözden kaçırılamaz.
Oysa onurlu bir şekilde pazarlık gücünü oluşturacak, grevli toplusözleşmeli sendika hakkı masada konuşulmamıştır bile. Bu durumda hükümet tarafından verilecek ücret artışı açlık sınırı bir yana, yoksulluk sınırının üzerinde bile olsa, bunun elde tutulması ve korunması asla mümkün olmayacaktır. Çünkü sermayenin kıdemli temsilcisi olan AKP Hükümeti, karşısında grevli toplusözleşmeli sendika hakkı olmayan emekçilere bir seçim öncesi verdiğini seçim sonrası çeşitli yollarla geri alacaktır. Geçmişteki örnekler bunun en iyi kanıtıdır. Bütün sermaye hükümetleri, seçim öncesi verdikleri ücret artışlarını, seçim sonrası enflasyon oranlarının altında kalan komik artışlarla, birçok ürüne yaptıkları zamlarla veya vergilerle geri almışlardır.
Kaldı ki kamu emekçilerinin talepleri sadece ücret artışı değildir, özlük hakları ve iş güvencesini sağlayan haklar komik ücret artışlarının gölgesinde kalmıştır. İstendiğinde keyfi bir biçimde sürgün edilen, kötü çalışma koşullarına mahkum edilen kamu emekçilerinin bu durumu ele alınmamıştır.
Hükümetin kendisine yakın gördüğü sendika liderleriyle böylesi bir oyunu yazıp oynaması karşısında, bu oyuna alet olmamak için masadan haklı olarak çekilen KESK’in durumu da önemlidir.
Milyonlarca emekçinin, oynanan bu oyunun perde arkasını ortak noktadan görmesi ve kavraması mümkün olmayabilir. Geçen yazımızda da belirttiğimiz gibi bu noktada KESK’e büyük ve önemli görevler düşmektedir.
KESK’in milyonlarca kamu emekçisine seslenmek yerine, hükümet tarafından verilen 5 YTL’lik sendika yardımını polemik konusu yapmasının isabetli bir çıkış olmadığını kabul etmek gerekir. Verilen ücret artışlarının yeterli olmadığı ve sendika yardımının sus payı anlamı taşıdığı doğrudur. Ancak, ele alınması gereken daha önemli bir mesele vardır: Bu da, kamu emekçilerinin kendi emeklerinin karşılığını almaları ve korumaları için grevli toplusözleşmeli sendika gibi örgütlü mücadele araçlarına ihtiyaç olduğu meselesidir. Bu önemi kendi üyeleriyle birlikte Kamu-Sen ve Memur-Sen üyelerine ve de sendikasız diğer kamu emekçilerine anlatmayı göz ardı etmemelidir. Açlığa ram olan bu sendikalara hasbelkader üye olmuş milyonlarca emekçiyi ortaoyununa alet olmuş gibi görmek, onları onurlu bir sendikal mücadeleye sahiplenmekten uzaklaştıracaktır. O sendikaya üye veya başka sendikaya üye; sonuçta kamu emekçisidirler. Kendi haklarının hangi araçlarla korunacağını çeşitli nedenlerle göz ardı etmiş olabilirler. Görüşmelerin arka planı, toplusözleşme ve grev hakkı ve bunların sağlayacağı güç ve önem anlatılmalıdır. Tepeden seslenişle değil, bu çalışmayı ve seslenişi işyerlerine indirerek, tıpkı KESK’in ortaya çıkışını sağlayan süreçteki gibi bir çalışma tarzı ortaya koymak ve emekçileri birleştirici rol üstlenmek gerektiğini göz ardı etmemek gerekir. Bir diğer sendikayla polemiğe girerek, karşılıklı atışmanın yarattığı kamplaşma sonucu diğer kamu emekçilerinin, dile getirilecek olan haklı ve doğru talepleri anlaması engellenebilir, hatta yanlış anlamalarına sebep olunabilir.
Bu nedenle gereksiz polemiklerden kaçınarak, masaya oturan ve hükümet tarafından ikna edilen “sendika temsilcilerini” değil, üyesi durumundaki kamu emekçilerini muhatap alıp bu süreci hassasiyetle anlatmak gerekir. Aksi halde bu atışma içinde KESK üyeleri bile bu süreçte oynanan oyunları gözden kaçırabilir.
Böylesi bir tarzdan kazançlı çıkacak olan, sermaye temsilcisi hükümet ve kendi araştırmaları olan 1012 YTL açlık sınırına ram olan sendika temsilcileri olacaktır. Kaybeden ise bütün kamu emekçileri olacaktır!
Hasan Hüseyin Kırmızıtoprak

Evrensel'i Takip Et