06 Eylül 2008 00:00

EKONOMİK PERSPEKTİF

Sermayenin öz örgütleri, ne zaman işçi ve emekçilerin çalışma koşullarına, gelirlerine ve sosyal haklarına kendi çıkarları için saldıracak olsalar ‘aynı gemideyiz’ ifadesiyle başlarlar konuşmaya.

Paylaş

Sermayenin öz örgütleri, ne zaman işçi ve emekçilerin çalışma koşullarına, gelirlerine ve sosyal haklarına kendi çıkarları için saldıracak olsalar ‘aynı gemideyiz’ ifadesiyle başlarlar konuşmaya. Sonra şöyle devam ederler: “İstihdamın artırılması için rekabet gücümüz artırılmalı, bu da ancak emek maliyetleri azaltılarak gerçekleşebilir.” Yani; “bırakın, işçi ücretlerini, emek güçlerini yeniden üretebilecekleri en alt sınıra kadar düşürelim.” Benzer cümleler çoğaltılabilir: “Sürdürülebilir büyüme ve kalkınma ile bölgesel gelir farklılıklarının giderilebilmesi için yatırımın önündeki engeller kaldırılmalıdır.” Yani; “daha çok kâr ve sermaye birikimi için yoksul bölgeleri ve doğal kaynakları rahatça sömürelim.”
İlk bakışta kulağa hoş gelen ve “acaba gerçekten aynı gemide miyiz” sorusunu sorduran bu cümleler arasında yer alan ifadelerin (istihdam, büyüme, kalkınma, gelir adaleti vb.) ardında vahşice bir saldırının ipuçları gizlidir. Sermayenin hareket yasalarının işleyebilmesi için kendisinin yarattığı bu “ortak dil”in yaygınlaşması elzemdir.
Bu “ortak dil”i yaymak ve geliştirmek ise sermayenin organik iktisatçılarına düşer.
Öncelikli görevleri, günlük ekonomik gerçekleri çarpıtarak insanların dönemlik ekonomi politikalarına güvenlerini sağlamak ya da bazen kısmi eleştiriler yapıp “ama gelecekte iyi olacak” sözüyle bitirerek, bu güveni bağlılığa çevirmektir. İkincisi ise yarattıkları ve yaydıkları “ortak dil” ile halkın ekonomi-politik işleyişe dair at gözlüğü takmasını sağlamaktır.
Yaratılan bu dil o kadar baskın ve tehlikelidir ki, emekten yana tavır sergileyen yazarlar bile zaman zaman bu oyuna gelebilir. Belki safça ama kesinlikle kör biçimde. Bazı durumlarda emek örgütleri de aynı hataya düşer. Emek örgütlerinin en çok tuzağa düşerek kullandığı ifade “ulusal-kalkınmacılık”tır. Bugün, kendisini emekten yana gören ya da “sol” olarak ifade eden birçok yazar, kalkınma yaklaşımlarına sıcak bakar. Kalkınma kavramının “kapitalist gelişme teorisi”nden başka bir şey olmadığını ve kapitalist ekonomik sistem içerisinde emek-değer teorisi geçerli olduğu için ortaya çıkacak her adımın, gelişmenin ancak emekçi kesimleri daha çok yoksullaştırarak mümkün olabileceğini ya görmez, ya da görür ama ifade etme cesaretini veya inancını göstermezler. Ortaya attıkları öneriler ise mevcut kapitalist ekonomik sistemin devamı için yönetenlere “makro çözümler”den başka bir şey değildir.
Bu durumun en çarpıcı örneklerinden biri Emek Platformunun programındaki “ulusal-kalkınmacı” dildir. Programın geneli, emeğin kendisine nasıl yabancılaşabileceğinin somut örnekleri ile doludur. Bunu söylerken, elbette programın deklare edildiği 2001 yılı koşullarını ve bu programın işçi ve emekçiler için ne kadar önemli bir adım olduğunu yadsımıyorum. Ama artık bu program, emekçilerin gerçek çıkarlarını yansıtan taleplerle değiştirilmelidir.
Bir başka örneğe geçelim. Hem titiz çalışmaları hem de hayatı boyunca emekten yana sergilediği duruşuyla saygıya değer Mustafa Sönmez, bundan birkaç ay önce “krize karşı sosyal dayanışma programı” adıyla emekçiler adına talep olabilecek bir dizi öneri ortaya koydu. Önerdiği programdaki bazı talepler; “yoksullara doğrudan gelir desteği, ithalat politikalarında önlem alınması, yerel yönetimlerde kaynak ve yetki artırımına gidilmesi ve bölgesel dengesizliğin giderilmesi, istihdam artışı için turizm sektörünün desteklenmesi” idi. Hem Emek Platformu programı hem de Sönmez’in ortaya attığı programa dair somut eleştirilerim gelecek haftalardaki yazılara konu olsun. Ancak, somut değerlendirmenin ötesinde her iki yaklaşımın ortak yanı, sermaye kesimi ile paylaştıkları -niyetleri iyi bile olsa- “ortak dil”dir.
Bunu çarşamba günü TÜSİAD’ın açıkladığı “Türkiye’de Bölgesel Farklar ve Politikalar” isimli programdan birkaç cümle alıntı ile rahatça görebiliriz. Raporda, “Türkiye’de bölgeler arasında çok ciddi sosyoekonomik gelişmişlik farklılıklarının mevcut olduğu, bu farklılıkların, hem ulusal düzeydeki bazı politikaların etkin sonuçlar vermesi hem de sürdürülebilir büyümenin sağlanması yolunda engel oluşturduğu”na vurgu yapılırken, “sektörel çeşitlenmeyi geliştirecek, bölgelerin rekabet avantajlarına uygun sektörlerde uzmanlaşmalarına olanak sağlayacak politikalarla bölgeler arası gelişmişlik farklılıkları ile gelir ve istihdam olanaklarındaki uçurumun azalacağı gibi, Türkiye’nin büyüme potansiyelinin daha da artırılmasının mümkün olacağı” ifade ediliyor. İlk bakışta, aynı Emek Platformu programı ve Sönmez’in ifadelerinde olduğu gibi, “kalkınmacı” yaklaşım göze çarpıyor. Tekrar aynı soruyu soruyoruz: Hepimiz aynı gemide miyiz?!.
Elbette değiliz. Ancak, ekonomiye dair, sermaye güçleri tarafından yaratılan “ortak dil” kabullenildikçe emekçiler adına üretilen günlük ekonomi politikaları da fark etmeden ortaklaşabiliyor.
Dostlukla...
Sinan Alçın
ÖNCEKİ HABER

Kamu emekçileri yolsuzluk iddialarına yanıt bekliyor

SONRAKİ HABER

50 bin işyerine kilit

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...