Yazarlar kentlerin görünmez yüzleri gibidirler
1962’de Edirne Keşan’da doğan Betül Tarıman, babasının da eğitimci olmasından dolayı İlk ve orta öğrenimini Anadolu’nun çeşitli kentlerinde tamamladı. İlk şiiri 1992’de Kıyı dergisinde çıkan Tarıman, eğitimciliğinin yanı sıra şiir kitapları yayınlıyor ve çeşitli dergilere yazılar yazıyor.
‘Yazarlar kentlerin görünmez yüzleri gibidirler. Yazdıklarıyla kente de ruh verirler’ diyen Betül Tarıman, Kastamonu’yu anlattığı kitabında, kentin mimarisinden, sosyolojisine, edebiyatçılarından, kadınlarına, yöresel kıyafetlerinden, mutfak kültürüne zengin bir Kastamonu resmi çiziyor.
Şerife Bacı, Sırrı Paşa’nın eşi; Bestekar, Şair Leyla Saz, Oğuz Atay, Rıfat Ilgaz gibi pek çok Kastamonulu yazar, şair, sanatçının kentteki izlerini kitabına taşıyan Tarıman’la Kastamonu’yu konuştuk.
Edebiyatta kent imgesi önemli bir yere sahip. Yazar ve şairlerin kendi kentlerini görürüz yazdıklarında. Kent ve yazar buluşmasının sizce edebiyattaki yeri nedir?
Kentlerin insan hayatındaki önemini kimse yadsıyamaz. Yaşanabilir hale getirir insan yaşadığı yeri. Kendine barınak, yol inşa eder. Süsler bu mekanları beğenisi doğrultusunda. Sonra gitse ayrıdır dönse ayrı. Bütünleşir o kentle. Ruhu ondan azcık ayrı düşse özler. Hele ki bu şair ya da yazarsa bir de eğer… Algılar açılmıştır bir kere. Kentin ara sokaklarına, dünde yaşayan kimliklerine dair hayaller çoktan kurulmuş, taşlarına dokunulmuş, çeşmelerinden bilmem kaçıncı kez su içilmiştir. Bu nedenle kent ve yazar buluşması, daha bir farklıdır diğer buluşmalar ile kıyaslandığında. Çünkü o, ta derinlerinde hissedecektir bunu. Bugün baktığımızda İlyas Tunç Sinop’la, A. Hicri İzgören Diyarbakır’la, Halim Şafak Kayseri ile Yahya Kemal Beyatlı, Sait Faik, Onat Kutlar, Orhan Veli İstanbullu ya da adı İstanbul ile özdeşleşmiş şairler olarak göze çarparlar. Lakin herkesin bir kenti vardır, doğduğu, büyüdüğü ya da ölmek istediği bir kenti. Bu anlamda bakıldığında kent ve yazar buluşması önemli elbette. Yazarlar kentlerin görünmez yüzleri gibidirler. Sadece yazdıklarıyla değil kente de ruh verirler.
KENT ÖNCE YÜREĞİME SONRA KALEMİME TAKILDI
Kitapta ‘benim Kastamonu’mu anlatacağım’ diyorsunuz. Kastamonu’yu sizin kentiniz yapan nedir?
Yazdıklarım bende iz bırakan şeylerin bileşkesi olmanın ötesinde bir şey oldu zamanla. Yaşanan onca şey, tarihin tozlu sayfaları aralandığında göze çarpanlar, önce yüreğime daha sonra kalemime takıldı. Kentin sokakları, çeşmeleri, hanları, konakları, camileri, külliyeleri ile buluştum. Kimi zaman hüzünlendim Şerife Bacı anıtına bakarken, kimi zaman gözlerim doldu kapı önünde yün ören yaşlı teyzeyi gördüğümde. Lakin Kastamonu benim Kastamonu’mdu. Benim biçimlendirdiğim, benim ruh verdiğim Kastamonu. Bir başkasının elinde başka şekilde ruh bulabilirdi. Başka biçimlere bürünebilirdi. 1992 yılında bu kente Trabzon’dan zorunlu hizmet görevimi yapmak için gelmiştim. Burada evlenmiş, çocuk sahibi olmuş, yine ben bu kentte yaşarken ilk kitabım Akdeniz Yayınları’ndan Ay Soloları adıyla okurla buluşmuştu. Bu kadar değildi tabii bu kenti benim kentim yapan sebepler. 2005 Necatigil Ödülü’nü almam, Şair, Yazar Sennur Sezer ile birlikte “Kastamonu’da Kadınlar Edebiyatla Buluşuyor” başlıklı bir proje çalışmasını gerçekleştirmem… Duyumsadıklarım, hayata geçirdiklerim…
‘Şiirli Takvimden Papaz Mektebine Kastamonu’ kitabınızda bu kenti anlatıyorsunuz. Kent bir çok şeyi içinde barındırır. Tarihi, kültürü, sosyolojisi... Bütün bunları anlatmak zor oldu mu?
Tüm bunları yazmak kolay olmadı elbette. Yazarken içim acıdı. İçim Kastamonu’ya gitmek arzusu ile doldu taştı. Kentin sokaklarında yeniden dolaştım, Münire Hatun Medresesi’nde çay içtim, etli ekmeğinden yedim, meşhur Dibek Kahvecisi’nden kahve aldım. Ilgaz’a çıktım, İnebolu, Abana, Cide’ye, Araç’a gittim. Dere boyunda dolaşırken bir tanıdığa merhaba dedim, hasta yatağında yatarken uzatılan bir tas çorbanın iyiliği içime doldu. Her anlamda zengin bir kentti Kastamonu, bir o kadar da yaralı. Göç almayan ama göç veren, sıcakkanlı insanları olan. Kadınları hüzünlüydü, savaş yıllarında işgal görmemesine karşın oğullarını, eşlerini şehit vermişlerdi. Ayrıca Kastamonu’ya, pek çok önemli esere imza atmış mimar Vedat Tek de yolunu düşürmüştü. Kendisi Bestekar, Şair Leyla Saz’ın oğluydu. Anadolu’nun en eski lisesi Abdurrahmanpaşa Lisesi burada bulunuyor, tarihi saat kulesi zamana meydan okuyan haliyle buradan gelen geçeni selamlıyordu. Şapka inkılabı burada gerçekleşmiş, İstiklal Yolu, pek çok kahraman kadını, erkeği İnebolu’dan Kastamonu’ya taşımıştı. Manileri, ninnileri, türküleriyle bir başkaydı Kastamonu. Dolayısı ile bu kitabı yazmak benim için o kadar kolay olmadı. Hep içimde bir şeyleri eksik bırakmış olduğum kaygısını taşıdım. Sonra kent tarihini yeniden okumam gerekti ve birazda hafızamı toplayıp yaşadıklarımı gözden geçirmem. Şimdi olsa yazabilir miyim? Sanmıyorum.
BİR ZAMANLARIN AYDINLIK YÜZLÜ KASTAMONU KADINLARI
Siz hem bir şair, hem bir kadın hem de eğitmen olarak Kastamonu’da uzun bir dönem yaşadınız. Ve kitapta önceliği kentin şairlerine, kadınlarına veriyorsunuz. Hatta orada kaldığınız dönem içinde ‘Kadınlar Edebiyatla buluşuyor’ etkinliğini düzenliyorsunuz. Nedir Kastamonu kadınlarının edebiyatla ilişkisine olan bu düşkünlüğünüz?
Kurtuluş Savaşı yıllarında Kastamonu kadınları önemli yer tutarlar. Kent savaş görmez ama cephane taşıyan kadınlar, bir kahramanlık öyküsü yazarlar tarihin solgun sayfalarına. Şerife Bacı bunlardan biridir. Sırrı Paşa’nın eşi Bestekar, Şair Leyla Saz’da. Hatta kendisi, bir divanı da bulunan Kastamonulu Baharzade Feride Hanım’ın arkadaşıdır. Bugün Feride Hanım’ın mezarı Yakupağa Külliyesi’nde bulunmaktadır. Savaş yıllarında savaşa ‘dur’ diyen Kastamonulu kadınlar Zekiye Hanım önderliğinde Anadolu’daki ilk kadın mitingini gerçekleştirmiş, yabancı ülkelerin kraliçelerine dökülen kana dur demek için telgraflar çekmişlerdir. Oğuz Atay’ın annesi Muazzez Hanım’da Kastamonu’nun öncü kadınlarından biridir ve onun gibi pek çok öncü kadın da bulunur kent tarihine katkı sunan. Kadınlar Edebiyatla Buluşuyor projesi, kadınların edebiyat yolu ile kendilerini ifade edebilmeleri amacıyla gerçekleştirilmiş bir çalışmaydı. Çalışmayı düşük ses diye tabir ettiğimiz kadınlarla, Honsalar Mahallesi’ndeki kadınlarla gerçekleştirmiştik. İlk başta kadınlar yazma konusunda tereddüde düşmüşlerdi. Bunda aile, eş, dost baskısının rolü büyüktü. Daha sonra yazdılar. Mani, ninni, türkü, masal… Bir günlerini anlattılar. Bir pazar günlerini, gecelerini, sabahlarını... Kimileri çevre baskısından korktuğundan, yazdıklarının altına adlarını koyamadılar. Fakat yine de kadınların kendilerini ifade etmeleri anlamında bu çalışma önemliydi. Sonuçta bu kitap bir kadın tarafından, yani benim tarafımdan yazılmıştı. Bir kadın kitabıydı her şeyin ötesinde. Bir kadının dilinden bir kent anlatılıyordu. Bu nedenle kitabın kapağını belirlerken bile tercihimi eski Kastamonulu kadınlardan yana kullandım. Çünkü bir zamanların aydınlık yüzlü kadınlarının fotoğrafları kitabın kapağına uygun düşecekti. (İstanbul/EVRENSEL)
Evrensel'i Takip Et