13 Eylül 2008 00:00

Our boys have done it!*

Evvel-i zamanda ABD’li bir diplomatın dediği gibi: “Dünyada her devletin bir ordusu vardır, Türkiye’de ise ordunun bir devleti vardır.”

Paylaş

Evvel-i zamanda ABD’li bir diplomatın dediği gibi: “Dünyada her devletin bir ordusu vardır, Türkiye’de ise ordunun bir devleti vardır.”
Evet, 28 yıl önce yine bir eylül sabahında ülkenin asıl patronları yönetimi taşeronlarının elinden alarak koltuğa kendileri oturdu. Aslına bakarsanız Türkiye egemenleri yasama-yürütme ve yargıyı taşerona ihale etmek istemedi hiçbir zaman; ama ne yaparsınız ki sınıf mücadelesi var memlekette....
Tarih akar bellekte tarihsel tortu kalır. Çok trajik olaylar yaşandı kuşkusuz. Yaşananları hatırlamadan, sorgulamadan ve bunları yaşatanları yargılamadan gerçek bir demokrasi mümkün değildir. Türk’ün demokrasiyle imtihanının kriterleri yaşanan darbeler ve onların getirdiği zulüm, işkence, ölüm ve gözyaşı olacaktır... Yaşanan trajedik olayların istatistiksel bilgilerine değinmek istemiyorum (emekçiler yaşamlarıyla istatistikleri sınamışlardır kuşkusuz); yalnız olayın yıkıcılığını ve insafsızlığını gözler önüne sermek için şu kadarını hatırlamak yeterli olacaktır sanırım: Sadece 12 Eylül-31 Aralık 1980 arası yaklaşık iki buçuk aylık dönemde 43 kişi işkenceden öldürülmüştür. Ne yazık ki bugün hâlâ tüm bu yaşanan acı gerçeklerin sorumlularından hesap sorulamamıştır. Yani anlayacağınız Yankee’nin “bizim çocukları” bugün hâlâ iş başındadır...
Bugün Amerika’nın Guatemala’daki Delta askeri üssünde tutuklulara yapılanların; 1950 ve 1960’larda Vietnam Halk Savaşı sırasında Güney Çin Denizi’ndeki Poulo-Condor adasında kaplan kafeslerindeki devrimci tutsaklara yapılanların eş değeri ve belki de daha fazlası 12 Eylül günlerinde Türkiye’de devrimcilere ve emekçi halka yapılmıştır. Kuşkusuz ki Raci Tetik yönetimindeki Mamak ve Esat Oktay yönetimindeki Diyarbakır Askeri cezaevlerinde birçok kitap ve anı-romana konu olacak kadar hazin olaylar yaşanmıştır...
Özellikle Ergenekon sürecine müdahil olan demokratlara ve AKP sahasında elinde sondaj demokrasi arayanlara ve ordudan medet umup onu pamuklara sarıp pış pışlayanlara sorarız: Neden ülkeyi bir askeri kışlaya çeviren cuntanın kurumsal yapısı, mevzuat ve işleyişine bir türlü dokunulmuyor? Neden sadece anayasa suçu değil, ülkeyi yedi yüz seksen bin kilometre karelik bir işkence haneye çevirerek insanlık suçu da işleyenlerden hesap sorulmuyor? Neden tüm bu vahşetin sorumlularının ve onların şürekasının yargılanmasını engelleyen anayasanın geçici 15. maddesine dokunulmuyor? Ve neden cuntanın üniversiteleri kışlalaştırması demek olan YÖK hala yerinde duruyor? Her iki burjuva kliğine de bir sözümüz var: Hadi len!...
12 Eylül’ü anlamak rejimin niteliğini anlamaktan geçiyor arkadaşlar. Sözlerimi şu güzel alıntıyla sonlandırmak istiyorum: Faşizmin Avrupa’yı sardığı yıllarda Paris’te bir uluslararası yazarlar toplantısı yapılıyor. Kürsüye her çıkan insanlığın yüksek değerlerinden, barıştan, özgürlükten vb. söz ediyor, salonda bulunan Bertolt Brecht yerinden kalkıp kürsüye yöneliyor, mikrofonu alıp: “Yoldaşlar gelin üretim ilişkilerinden konuşalım”diyor. Biz de diyoruz ki: “Gelin rejimin niteliğini tartışalım...”
*Bizim çocuklar yaptı Okan Delipoyraz
(Sarıgazi/İSTANBUL)
ÖNCEKİ HABER

Kara Katür Yazılar

SONRAKİ HABER

Erdoğanı protesto eden öğrencilere müdahale

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...