14 Eylül 2008 00:00

pratiğin devrimci ruhu

Egemenler, uyuyan devden değilse bile geçmiş devrimci mücadele mirasından süzülerek bugüne akan o büyük deneyimden öyle korkuyorlar ki...

Paylaş

Egemenler, uyuyan devden değilse bile geçmiş devrimci mücadele mirasından süzülerek bugüne akan o büyük deneyimden öyle korkuyorlar ki; Deniz, Mahir, İbrahim kokunca pratiğin devrimci ruhu, çok korkuyorlar…
12 Eylül askeri faşist diktatörlüğünün 28. yılını halklarımızın yaşayan devrimci dinamikleri sadece güncelleşen bir tarih bilgisiyle değil de, hesap sormaya ahdetmiş o büyük devrimci ruhun yolumuzu aydınlatan devrimci pratiğiyle karşılamaya soyununca daha da çok korkuyorlar… Tarihsel uzlaşmanın değil de tarihsel hesaplaşmanın peşinde olan 78’liler, pratiğin devrimci ruhunun çağrısına uymaya işte bu nedenle can atıyorlar… Zira daha çok korkmaları iyidir…
Gerekçesini koymak karşı koyuşun
Kendi ülkesinde kendi adlarını konuşamayan halkların kaderini yazmaya çalışan egemenlerin, kan ter içinde kurdukları zalim düzeni korumak için telaşla, korkuyla, bazen halklardan, bazen kendilerinden, bazen küçük bir tıkırtıdan bile ürpererek, ağızlarından lavlar yükselen, yakan, yıkan, dört bir yandan ölüm kusan büyük silahlarıyla, ‘asın, kesin, vurun’ diye yazan yasalarıyla, halklarının daha da yoksullaşması için çıkarları uğruna ülkesini, değerlerini bir bir emperyaliste, zorbaya, halden bilmeze peşkeş çekenlerin azgın iştahlarıyla, on binlerin faili meçhullerde, binlerin kanlı suikastlarda ortadan kaldırıldığı; çetelerin, kontrgerillanın, eli kanlı cinayet şebekelerinin kahpe tuzakları ve sinsi, insanım diyeni ürkütecek kadar ince ayarlı, şeytani saldırılarıyla, halkları birbirine boğazlatarak Kürdü Türke düşman etmek için tasarlayıp bir bir uyguladıkları emperyalist, faşist, gerici, şoven provokasyonlarla, büyük bir kinle ve gözü dönmüşlükle korumaya çalıştıkları bu köhnemiş düzende karşı koyuşun ana gerekçesini bilmek ve hiç unutmamaktır devrimci olmak: Tarihsel olarak biz haklıyız, kazanmamız onlara değil bize bağlı…

Güzergahın kilometre taşları
Ülkesinin gerçeklerine aklı ermeye başladığında ‘en büyük tanıklık, fark edebilmektir masumiyeti’ demişti. Ki başta Deniz olmak üzere idama giden 20 devrimcinin gözlerinde ziyadesiyle vardı o büyük masumiyet.
Önce çocukların gelecek düşlerinde ve gözlerinde her geçen gün daha da büyüyen yangınlar söndürülecekti. Ellerin birbiriyle kenetlendiği, bakışların geriye değil aydınlık geleceğe kilitlendiği, bahar tadında taze başlangıçlar yapılabilirdi. Uçurtmaların çocukların ellerinden göğe yükseldiği; hırlıdan hırsızdan, çetelerden arındırılmış bir ülke bırakabilmek uğruna yarınlara, birlikte özgürleşmiş ve birlikte daha da çok kardeşleşmiş halkların özgür çocuklarında ve onların kazanmaya ahdetmiş gözlerinin derinliklerinde yenebilmek için zorbayı, çıkılmıştı bu dönüşsüz yollara bir kez. Umutla, umutsuzlukla ama hep öfkenin aşk olup dile geldiği ‘ey hayat, bekle beni’ dercesine meydan okuyarak yürünecekti her bir anında yolculuğun. Düşünde ya da er geç gerçeğinde, sorgulayan ve diri tutan bakışlarla bir ülke kurulacaktı yeniden, ki o ülke dinginliğin memesinden coşkuları sağacaktı, halkların kardeşliği için.
Güzergahın her bir kilometre taşı, devrimcinin aklından süzülüp yüreğine taşan, oradan da binlerce yol açıp kendine duru bir su olup akan, o büyük devrimci vicdanla yunmuştu, pırıl pırıl ve tertemiz… Şimdi güzergahın her bir kilometre taşında alkanlara boyanmış binlerce ölümüz yatıyor; büyük bir vakurla, sessiz, sitemsiz…

Gözyaşının kudreti
12 Eylül faşizminin yıl dönümünde, Ankara’da bu kez beşincisi yapılacak “Darbeciler Yargılansın” mitinginde, ellerde taşınmadan önce Ankara Tren Garının bahçesine seriliyor ölülerimizin resimleri… Yerdeki bir devrimcinin resmini yaşayan bir devrimci alıyor, ondan pratiğin devrimci ruhunu yeniden kapmak için, ona şimdinin tazeliğini katmak için… Kendime ve size soruyorum: Resimleri taşıyanlar, neden daima ağlıyorlar? Kime ağlıyorlar?
*****
Sokağın ve meydanın dili konuşuyorsa, işler yolunda demektir
Ülkeye, tarihinin gördüğü en büyük karanlık olarak çöken 12 Eylül 1980 askeri faşist diktatörlüğünün 28. yılına yaklaştığımız bu günlerde Darbe Karşıtı Platform, bir yandan Ankara’daki etkinliklerini gerçekleştirirken bir yandan da 13 Eylül mitingine hazırlanıyor.
Devrimci 78’liler Federasyonunun ve Darbe Karşıtı Platformun şimdilerde takındığı genel tutum, egemen iktidar odaklarının kendi iç hesaplaşmalarında bile darbe düzenine meşruluk kazandıracak bir hat izlediklerini ve demokrasi mücadelesi veren bütün emek ve demokrasi güçlerinin ise bu ‘hesaplaşmadan’ kendilerine düşecek payı ödememek için meşru müdafaaya geçmesini sağlamak yönündedir. ‘Gün sokağın ve meydanın ruhunu kuşanma günüdür’ çağrısında bulunmaktadır.
AKP ile darbeci askeri statüko arasında sürüp giden itişip kakışmalar, özünde ‘iktidardan kimin daha çok nemalanacağı hesaplaşması’dır. Egemenlerin bu ‘siyasi istikrar’ kavgası, emek ve demokrasi güçlerinin büyük bedeller ödeyerek sahip olduğu bütün demokratik hakların bir kez daha ciddi bir tehlikede olduğunu göstermektedir.
Ülkemizdeki darbeci gelenek kendinden mükellef bir gelenek değildir. Bağımlıdır; öncesi ve sonrasıyla, emperyalizmin idari, siyasi, ekonomik ve istihbari bütün teşkilatlarıyla, bir arada ve bir bütün olarak yerli işbirlikçilerinin marifetiyle halklarımızın üzerine yürüyen bir büyük karşı devrim hareketidir. Darbeleri, darbe girişimlerini anlamak için bu öncel ve belirleyen ilişkinin anlaşılması ve bütün yönleriyle ortaya çıkarılması gerekir. Bize göre darbe; yükselen toplumsal muhalefetin bastırılması, egemenler arasında nükseden yönetme krizinin güçle istikrara kavuşturulması için ülkenin kendi ordusu ve sivil uzantıları tarafından emperyalistler adına yeniden işgalidir. Bir günde gelen bir darbe olmadığı gibi, bir günde biten, tasını tarağını toplayıp giden bir darbe de yoktur. Bize göre hesaplaşılmadığı ve demokratik mücadelenin kazanımlarıyla fethedilmediği sürece, ülkemizde öncesiyle ve sonrasıyla devam eden bir darbe düzeni vardır.
Sonuç olarak emperyalizme, darbelere, gericiliğe karşı gün mücadele günüdür. Gün, bu uzun soluklu süreçte sınıf mücadelesinin temel verilerini kuşanarak darbelere karşı demokrasiyi, militarizme ve faşizme karşı sosyalizmi, siyasi gericiliğe karşı özgürlüğü, şovenizme karşı halkların kardeşliğini savunma günüdür.
*****
Devrimci mücadele tarihine ateşten bir sayfa: Diyarbakır Zindanı
Kürt hareketinin devrimci direniş çizgisinin en yoğun olarak yaşandığı ve sonraki süreçlere rehberlik ve önderlik ederek geliştirdiği devrimci mirası, ülkemizin ortak sosyalist mücadele mirasıyla anlamını bulmuştur. Bütün temel tezlerine ve örgütlenme anlayışına, temel davranış biçimlerine bu anlayış yerleşmiş ve mücadelenin en zor dönemlerinde bu anlayış tek tek her fertte cisimleşerek ayakta kalmıştır.
Diyarbakır zindan sürecinde, direnişe anlamını veren bütün önder kadrolar, karşılarına çıkan bütün sorunların çözümüne bir sosyalistin bakacağı gibi baktılar. Mahkeme dosyaları tek tek incelensin; siyasi savunma yapan bütün kadrolar devrimci bakış açısını dile getirerek idamlara çarptırıldılar, cezaevlerinde çürütüldüler. Direnişlerde son soluğunu veren ölüm oruççuları, kendini yakanlar, Newroz şafağında ölüme duranlar hep sosyalistti. Devrimci Kürt sosyalistlerinin yarattığı bir hareketti Kürt özgürlük hareketi. Onlar askeri faşizmin kalelerinde o sosyalist inançla öyle büyük gedikler açtılar ki, oradan yükselen ateş, dağları ovaları kapladı. Bu gün Kürt sorununun bir Filistin davası gibi dünya halklarının gündemine girmesi, halka halka büyümesi, kendi topraklarında halklaşan bir büyük damara dönüşmesi sosyalizmin teori, pratik ve taktik üstünlüğü sayesinde olmuştur.
Kürt sorununun demokratik ve barışçı çözümünü istemek, bu genel politik ve ideolojik hat üzerinde durulduğu zaman anlamlıdır.
Sosyalist bir hat, devrim cephesinde bölgesel bir güç olmak demektir.
Bölgeyi emperyalist tahakküm ilişkileri içinde lokma lokma yutan bir kasırganın kudretli esintisine karşı içeride, bölgede ayakta kalmanın tek yolu, sağlam bir sosyalist direniş hattı kurmaktan geçer. Tıpkı en zor koşullarda faşizmin en azgın saldırılarına karşı Diyarbakır Zindanında sağlam bir sosyalist direniş hattı oluşturmaktan geçtiği gibi. Bu devrimci hat, bu direnişe dayalı çözüm gücü, sadece Kürt sorununun devrimci çözümüne olanak tanımayacak, bölgenin ve ülkemizin bütün devrimci dinamikleriyle kucaklaşarak fırtına öncesi sessizlikte çığ gibi büyüyecek muazzam bir devrimci güce dönüşecektir. Zira ülkemizde sosyalizmin çözeceği diğer büyük sorunlar ve bu dünya sorunu olan Kürt sorunuyla birlikte devrimin merkezi sadece kentlerin, metropollerin varoşlarında, fabrikalarında, sokaklarında ve meydanlarında dizginsiz büyüyen bir ateş olmayacak; yavaş yavaş doğu’ya doğru kayarak dengesini bulacak, büyük bir cepheye dönüşecektir.

*****

Ölü balık gözü
8 Eylül 2008’de tanıklar konuşuyor etkinliğinde, 12 Eylül faşizminin bütün hıncıyla yaşandığı günlerde, Mamak Askeri Cezaevi Kadınlar Koğuşunda yaşadıklarının tanıklığını yapan Selma Gürkan, o günlerle ilgili bir değerlendirme yaparken dedi ki; “Albay Raci Tetik bizlere yapılan her işkenceden sonra, direnişimizi devam ettirmemiz karşısında sinirleniyor, bas bas bağırıyor; ‘Daha çok baskı yapın, gözünü açtırmayın bunların, direneni ezin geçin!’ diye emirler veriyordu. Tabii direnişi kırmak için her yeni hamle boşa gidiyor, kadınlar koğuşu direniyordu. Bir gün yüzüne oturmuş büyük bir kinle dedi ki: ‘Öyle bir gün gelecek ki, hepiniz ölü balık gözü gibi bakacaksınız dünyaya. 12 Eylülden önce bu cezaevinde benim askerim ölü balık gözü gibi bakıyordu, tutuklular ise cin gibiydi, 12 Eylülden sonra tersi oldu. Şimdi bütün tutuklular ölü balık gözü gibi bakıyor.’”

Bu tarihsel tanıklık faşizmin yaratmak istediği toplumun ve insanın çarpıcı bir özetini veriyor. Donuk bakışlarda umudu yeniden diriltme mücadelesidir içimizde her gün daha da büyüyen ateş. Ki 78’lileri, hepimizi yeniden devrimcileştiriyor…

(*) Devrimci 78’liler Federasyonu Başkanı
Ruşen Sümbüloğlu*
ÖNCEKİ HABER

12 eylül ve eğitim

SONRAKİ HABER

>Darbeye ve darbecilere öfke yağdı

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...