15 Eylül 2008 00:00

ARA SIRA


Başbakan R. Tayyip Erdoğan ile Aydın Doğan arasında bir kaç gündür nevi şahsına mahsus bir tartışma yürü(tülü)yor.
Tartışmanın, tam da “az gelişmiş ülke” insanına uygun olduğu söylenerek geçiştirilebilir. Ama söylenenlerin öyle yenilir yutulur şeyler de olmadığı da ortada.
Tartışmanın üslubundan, olayın Hilton oteline rezisdans (modern ikemetgah) yapılması ya da Alman makamlarınca “Deniz Feneri”ne açılan ve içinde başbakanın da isminin geçtiği soruşturmanın yantısıtılmasından daha derin olduğunu tahmin etmek zor değil. Şu meydan okumalar bile bunun birçok işaretiyle dolu: Başbakan Erdoğan, “Bundan böyle saygılı götürelim, gizli götürelim yok” diyor.
Demek ki bazı ilişkilenmeler ve bir takım konuşmalar, görüşmeler hatta alıp vermeler olmuş... “Saygılı götürelim ve gizli götürelim” sözleri bunu gösteriyor. Bu sözler başkasına değil, seçimlerde şeffaflık vaadinde bulunan bir başbakan ait. Ne diyor: “sen açıklamazsan ben açıklarım...(basın). İnsan merak ediyor, başbakan neyi açıklayacak. Başbakanın bu açıklama gereği duyduğu şey(ler) nedir? Gerçekten bizlerden neler saklanıyor. Acaba, bu tartışma olmasaydı bütün bunları öğrenmeyecek miydik?
“... Şunu da bil Tayyip Erdoğan da bu alışılmış başbakanlardan biri değil. Onlar Aydın Doğan ile pazarlığa oturmuş olabilirler ama Tayyip Erdoğan’ı pazarlığa oturtamadığın için bu çılgınlıkları yapıyorsun.”
Bunlar yenilir yutulur laflar değil... Erdoğan, sadece Aydın Doğan’ı suçlamıyor, daha önceki başbakanları da zan altında bırakıyor. 58. Hükümetin başbakanı Abdullah Gül de dahil... Olay, CHP Genel Başkanı Baykal tarafından gündeme getirilmesine karşın başbakanın Aydın Doğan’a yüklenmesi bir rekabetten kaynaklı olabilir mi? Medyanın toplumdaki yönlendirme gücü açısından...
Bir yandan Hürriyet, Milliyet, Radikal, Posta, karşı tarafta Yeni Şafak, Star, Sabah...
Peki olayı soruşturan Almanya’ya da aynı tepki gösterilmiş midir? Gösterilmediyse neden? Bu soruşturmanan Türkiye’deki gelişmelerle, ABD Türkiye ilişkileriyle bir ilişkisi olabilir mi? Bu da açıklanacak mı?
Deniz Feneri olayı, AKP ile “ulusalcı” “laikçi” kesim arasında bir süredir devam eden karşılıklı atakların bir sonucu mu? Başbakan onun için mi bu kadar Doğan grubuna kızgın?
Başbakan bunlara da açıklık getirecek mi? Bekliyoruz...
Başbakanın açıklamalarında olayın gerçekte ne olduğunu. Yani devlet içindeki kesimlerin hükümet etme mücadelesinin bir yansıması olup olmadığını öğreneceğiz.
Hakkındaki belgeli yolsuzluk iddiaları konusunda kendi yardımcısına, Tuzla’daki işçi ölümlerine aynı tutumu göstermemesi bizi meraklandırıyor. Hatta, Ergenekon davasından tutuklu bulunan eski generallere kendi emrindeki genel kurmayın üst düzey bir yetkilisini görüşmeye göndermesi karşısında köpürecek sanıyorduk. Ama Başbakan bu görüşmeyi “insani bir ziyaret” olarak niteledi.
Bu olay karşısında Doğan’ın hilton için kendisini ziyaret etmesi “daha insani” olmuyor mu?
Ama bu tartışmaya rağmen Türkiye’nin en büyük medya devi Aydın Doğan’ın, Hilton konusundaki girişiminin ne olduğunu da tam anlayabilmiş değiliz. Basında tekelleşmenin bir hobiden çok daha büyük amaçlar ve hedefler içerdiği biliniyor. Ve bu tekellerin istediklerini almadaki maharetleri de keza öyle... Ancak bu tekelleşmeye iki dönemdir iktidarda olan AKP’nin de katkısı olmadı mı?
Dolayısıyla bir alış veriş var...
Bu durumda bu alışverişte zaman zaman bazı pürüzlerin yaşanması mümkün. Zaten AKP ile Doğan grubu arasında da zaman zaman sert rüzgarların esmesi yeni değil.
Aydın Doğan’ın “Başbakan gazetelerde ne zaman hoşuna gitmeyen bir haber görse hemen Hilton ipine sarılıyor.” Sözleri de bunu gösteriyor. Demek ki Doğan Grubu’nda başbakan aleyhine birçok haber yapılıyor.
Başbakan da bunların ne için yapıldığını, kime ve neye hizmet ettiğini bildiği için mi Doğan grubuna ve Aydın Doğan’a bu kadar yükleniyor. Acaba, Aydın Doğan’ın “Başbakan kime kızıyor? Bu haberleri veren gazetelere ve televizyonlara. Hatta onlara da değil, direkt beni hedef alıp bana kızıyor. Bunun bir mantığı var mı?” sözlerini bu bir de böyle okuyabilir miyiz?
Ya da bunların hiç biri değil... Bu durumda başbakan zor durumda olduğunu gizlemek için mi bağırıp çağırıyor?
Tabii başbakan kadar Aydın Doğan’ın diğer sözleri de önemli.
“Başbakanın konuşması Türk basın tarihinde çok tehlikeli bir dönemin başladığının somut işaretidir. Yine de benim açımdan bu konuşmanın asıl vahim yanı, basın özgürlüğüne yönelik ağır tehdidin artık iyice su yüzüne çıkmış olmasıdır.” Bu sözler sıradan bir vatandaşa ait değil, Türkiye’nin basın devi Doğanlar Grubu’nun sahibine...
Bir adım daha ileri atıyor: “Bana göre bu tutumu (Başbakan’ın) ağır bir anayasal suçtur. Çünkü anayasamız teminat altına alınmıştır. Dünkü konuması bana göre Türk Basın tarahinde çok tehlikeli bir dönemin başladığının en somut işaretidir.”
Aydın Doğan’ın basın özgürlüğünü dile getirmesi önemli ancak, bahsettiği tehlikeli dönem, Doğan Grubuna yüklenmekle başlamadı. Aydın Doğan kendisi söz konusu olduğu için basın özgürlüğünü hatırlıyor. Bu ülkede basının özgür olduğunu söylemek mümkün mü? Doğan’a ait gazetelerden yayınlanan andıçlar, hedef göstermeleri ne yapacağız... Örneğin HAYAT Tv, hiç bir somut neden yokken haftalarca karartıldı. Ama Doğan Grubu gazeteleri bunu “vahim bir dunum ve basın özgürlüğüne yönelik ağır bir tehdit” olarak görmedi. Gündem’e aylarca yasaklama ve sansür uygulandı. Ses çıkmadı. Hatta bu iki basın organına yapılanlar en küçük haberler arasında ancak yer buldu. O da bir kereye mahsus.
Sonuç olarak Erdoğan ile Aydın arasındaki tartışmada kimin haklı çıkacağı belli değil. Belki de hiç olmayacak. Tek olumlu yanı, bu ülkede halktan gizli birçok şeyin yapılmaya devam edildiğini ortaya koyması. En önemli yönü de bu.
Hüseyin Deniz

Evrensel'i Takip Et