15 Eylül 2008 00:00
GÜNDÖNÜMÜ
GÜNÜN YAZILARI
28 yıl geçmiş üstünden. Adıyamanın Gölbaşı İlçesi Ortaokulunda çalışan iki öğretmenimizin düğününe katılmak için 11 Eylül 1980 günü İzmir Bergamaya geldik. Düğün yapıldı. Yeni evli çift İzmir Bornovaya doğru yola çıktı. Biz de kız evinde konuk edildik. Sabaha karşı gelinin ablasının heyecanlı sesiyle uyandık.
Kalkın, kalkın, darbe oldu diyordu abla. Düğüne birlikte geldiğimiz dayımın oğlu (o da şimdi İzmirde öğretmen) gözünü aralayarak Evde mi darbe oldu, ülkede mi? dedi. Cevap sert ve kesindi: Şakanın sırası değil. Radyoyu duymadınız mı? Televizyonu izlemediniz mi? Uykudaki insanların TV veya radyoyu nasıl dinleyebileceğini düşünememişti o sırada. Hemen televizyonu açtık. Karşımızda Kenan Evren vardı. Milli Güvenlik Konseyi bildirisini okuyordu. Yönetime el koymak zorunda kaldıklarını, kendilerince bunun haklı gerekçelerini açıklıyordu.
12 Eylülü yaşamamış genç kuşak için bazı hatırlatmalar yapmakta, yaşayanlarımız için de bellek tazelemekte yarar olduğunu düşünüyorum.
O günlerde yaşananları kısaca anımsayalım:
Darbeden kısa bir süre sonra S. Demirel, 11 Eylül akşamı var olan terör 12 Eylül sabahı nasıl bıçakla kesilir gibi sona erdi diye soruyordu.
Darbe ile aynı anda dönemin ABD Başkanı J. Cartera, Türkiyede bizim çocuklar yaptı deniyor ve Carter hiçbir şey olmamış gibi tepkisiz kalıyordu.
Bu durumdan da açıkça anlaşılmaktadır ki 12 Eylül faşist darbesi, bizzat ABD ve ülkemizdeki işbirlikçileri tarafından planlanmış ve uygulanmıştı.
Darbe ortamı da onlar tarafından hazırlanmış; Sivas, Çorum, Maraş ve Malatyada katliamlar gerçekleştirilmiş; 1 Mayıs 1977de Taksim Meydanında işçiler-emekçiler, kontrgerilla timleri tarafından katledilmiş ve bu katliamlar gerekçe yapılarak sıkıyönetim uygulamaya konulmuştu.
Aydınlara, öğrenci, işçi ve gençlik önderlerine yönelik saldırılar ve katliamlar düzenlenerek tırmandırılan terör ile halk adeta canından bezdirilmiş ve artık bu kan dursun feryatları yükselmeye başlamıştı. Ortamın hazır olduğunu düşünen darbe yandaşları, kimi gazeteler aracılığıyla Ordu yönetime el koymak için daha ne bekliyor? demeye başlamıştı.
Ecevit ve Demirel ikilisinin basiretsizliği, özellikle Demirelin Bana sağcılar suç işliyor dedirtemezsiniz diyerek saldırılarda yer alan sağcı ve özellikle MHPli militanları (kontrgerilla uşakları, piyonları demek daha doğrudur) koruma tutumu sonucunda hazırlanan terör ortamı gerekçe gösterilerek faşist darbe gerçekleştirilmişti.
Darbeye karşı durabilecek geniş bir halk örgütlülüğünün olmayışı ve akan kan nedeniyle halkın önemli bir kesiminin yeter ki bu kan dursun. Nasıl durursa dursun anlayışıyla adeta darbeyi destekler tutumu, 12 Eylülün ilk başarısıdır.
12 Eylül darbesi, ilk günlerinin ardından Nazi toplama kampları benzeri gözaltı merkezleri oluşturdu. Gözaltı merkezleri ve cezaevleri işkence merkezleri haline getirildi. Binlerce insan gözaltında kaybedildi veya işkencelerle katledildi.
Kenan Evren yıllar sonra Biz 12 Eylül harekatını yapmasaydık 24 Ocak kararları uygulanamazdı diyerek 12 Eylül faşist darbesinin esasen bugün neoliberal politikalar olarak adlandırılan (esnek çalışma, özelleştirmeler, kamu hizmetlerinin özelleştirilmesi vb.) emperyalist-kapitalist politikaları gerçekleştirmeyi amaçladığını açıklıyordu.
Onun için de 12 Eylül, işçi sınıfının en gelişkin örgütlerine; özellikle DİSKe, TÖB-DERe ve devrimci-sosyalist örgütlere ve onların önderlerine saldırdı. Sermayenin hizmetinde olmayan bütün örgütlenmeleri dağıttı. Daha sonra da Anayasadan başlayarak tüm yasaları sermayenin ihtiyaçlarına göre düzenledi.
Bugün Türkiyede hemen her ailede 12 Eylül mağduru birileri vardır.
Ülkenin yeraltı ve yerüstü zenginliklerinin emperyalist tekellere peşkeş çekilmesinde, en önemli sanayi kuruluşlarının yerli ve yabancı patronlara ikram edilmesinde 12 Eylülün etkisi oldukça fazladır. 12 Eylülde patronlar, artık biz güleceğiz demişti. Hâlâ gülüyorlar. Onların kahkahalarını boğazlarında düğümlemek görevimiz olmalıdır.
Bu yıl yapılan Emek ve Demokrasi mitingleri, 12 Eylül mağduru toplumsal kesimleri birleştirmeyi başarması bakımından önemli bir adımdı.
Ancak bir siyasal birlik sağlanmadıkça, sermayenin iktidarının yerine demokratik bir halk iktidarı getirilmedikçe 12 Eylül ve arkasındaki tekelleşmiş sermaye ile hesaplaşmak mümkün değildir.
Emek ve demokrasi güçlerinin önünde siyasal birliğin sağlanması acil görev olarak durmaktadır. 12 Eylül generalleri ve faşizmi ile hesaplaşmanın yolu buradan geçiyor.
Hasan Hüseyin Evin
Evrensel'i Takip Et