17 Eylül 2008 00:00

Nâzım’ın ‘Öteki Defterler’i

Nâzım Hikmet’in defterlerinin ilk kez yayınlanması, bir dizi olasılığı getiriyor akla. Memet Fuat hiç okuyamadı mı, yoksa yayımlanmaya değmez mi buldu?

Paylaş

Nâzım Hikmet büyüklüğünde bir şairin yeni yapıtlarının bulunması daima heyecan vericidir. Nâzım Hikmet’in yeni bulunan defterlerinin yayımlanacağı haberi de elbet heyecan yarattı. Ama pek çok kişiyi şaşırttı da.
El yazılarıyla defterlerde yer alan yapıtların kaybolması, mektup dizilerinin dağılması, bulunabilmelerinin rastlantıya bağlı oluşu, yaşamı, Nâzım Hikmet gibi hapislerle, göçlerle parçalanmış olanlar için doğaldır. Ne var ki Nâzım Hikmet’in bu defterleri, pek uzakta değil, Piraye’nin sandığında bulunmuştu. Nâzım Hikmet’le mektuplaşmaları, mektuplarda yer alan saat 21 şiirleri kitap biçiminde yayımlanan sevgili eşinin arşivinde. Dolayısıyla bu defterlerin hiç değilse aile içinde bilinmemesi olanaksız gibi görünüyor.
Bugüne kadar yayımlanmaması bir dizi olasılığı getiriyor akla: Birincisi, bu defterleri Piraye, Nâzım kendi önerisiyle yazdığı için kendinin saymış; yayımlanmasını, başkalarıyla paylaşmayı istememiştir. Dolayısıyla Memet Fuat’ın bu defterlerden, hiç değilse içeriklerinden, Piraye ölene kadar haberi olmamıştır. Piraye’nin ölümünden sonraysa Memet Fuat’ın sağlık durumu defterleri basıma hazırlamaya elvermemiştir. Olasılıkların en akla yakını ve inanılırı da şimdilik budur. Çünkü akla gelen ikinci olasılık, yarım kalmış roman çalışmalarının yayımlanmasının Nâzım Hikmet’in imgesine zarar vermesidir. Ne ki, Yeşim Bilge Bengü-Handan Durgut’un baskıya hazırlayışıyla şairin bütün yapıtlarını yayımlayan YKY’ce basılan Öteki Defterler’in başına Piraye’nin 5.3.938 tarihli mektubundaki “...Bir defter al hatıralarını, her gün duyduklarını yaz. Eminim ki mektupların kadar güzel olacaktır” notunu koyduğu bu yarım kalan romanları okuyunca fark edilen olağanüstü betimleme gücü, bu olasılığı ortadan kaldırıyor. Memet Fuat’ın bu defterleri okuyamamış olması yayımlanmaya değmez bulması olasılığından daha güçlü, bence.
Öteki Defterler, Orası, Zeytin ve Üzüm Adası, (Bayram), (Piraye’ye) bölümlerinden oluşuyor. Her defterin başında Nâzım’ın el yazısıyla bir bölüm yer alıyor. Orası, roman olarak tasarlanmış, kitaba dört defterlik bölümü alınmış. (Araya alınan Hatice ile Ressam Halim’in evlerindeki yataklarıyla ilgili bölüm ve bölümün başındaki not, bu romanın yer aldığı defterlerin 4 sayısıyla sınırlanamayacağı duygusunu veriyor: (Ressam Halim ile Hatice’nin ilişkisi hakkındaki bir başka deftere yazılmış şu sayfayı da buraya almaya uygun gördük.) Romanın daha fazla defterde sürdüğü, yayım için bütünlük taşıyan bölümlerin ve ilk dört defterin seçildiği düşünülebilir. Orası, İstanbul Tevkifhanesindeki “komunistleri” ve öteki tutukluları anlatıyor. Tevkifhanedeki kirli ilişkiler küçük ipuçlarıyla verilmiş. 28 yıldan 10 yıla kadar hüküm giymiş komunistler öyle iyi çizilmişler ki, 1938’deki olayları bilenler, kadronun büyük bölümünü hemen tanıyor: 22 yaşındaki saatçi çırağı Kerim: Kerim Korcan, gazeteci-yazar Cemal Mahir: Kemal Tahir (Kemal Tahir’in yazdığı Kelleci Mehmet romanı büyük olasılıkla bu romandaki Şileli Ahmet tipinden doğmuş), Ressam Halim: Nâzım Hikmet, karısı Hatice: Piraye (Hatice Pirayende)...
Orası’ndaki Hatice’nin anlatımı (“bakır saçlı, beyaz ve etleri sıkı ve dolgun bir kadın”) ile Ressam Halim arasındaki sevdanın ayrıntılarını okuyunca, Piraye’nin bu defterleri yayınlatmak istememesi olasılığına hak veriyorsunuz. Birçok kadın sevdasının kimi ayrıntılarını sakınabilir. Böyle bir sakınma Piraye’ye (yaşam çizgisi düşünülünce) yakışıyor, romanın kahramanı Hatice’nin karakteri, Piraye ile örtüşüyor da:
“Karyolanın bulunduğu köşe zifiri karanlıktı. O kadar ki Hatice yanı başında sırtüstü yatan kocasının yüzüne sezdirmeden baktığı halde gözlerinin açık olup olmadığını anlayamıyordu. Halbuki balkon kapısının ve pencerelerin yarı yarıya buzlanmış camları dışında adeta beyaz bir gece vardı. Hatice yattığı yerden karlı çam ağaçlarının harikulade dallarını görebiliyordu.
Karyola eskiden öbür köşede kar ışığının hududu içindeydi. Fakat bu sene çam dalları karların altında kalır kalmaz Hatice kocasına:
- Halim, demişti, gece odamızda ateş yakmıyoruz. Hiç olmazsa en karanlık köşede yatalım. Kışın lamba söndükten sonra bir odanın en sıcak yeri en karanlık köşesidir gibi geliyor bana. Zaten kar aydınlığının içinde uyumak, tıpkı yazın ay ışığını yüzümde gözümde hissederek uyumak gibi sinirime dokunuyor.
Ve bir ay önce bir pazar sabahı karı koca karyolayı odanın bu en karanlık köşesine taşımışlardı.”
Zeytin ve Üzüm Adası, İmroz’da özel girişimin yerlileşmesi sorununu çok kıvamında (ve fark ettirmeden) tartışan bir roman girişi. 1943 tarihini taşıyan Bayram, Yüksek Kaldırım’ı bir kamera inceliğiyle ve bir mizahçı alaycılığıyla yansıtıyor. Piraye’ye diye adlandırılan bölüm, Nâzım Hikmet’in hapisanede “ihtilattan men” koşulları içindeki ilk gecesi.
Kitapta yer alan çalışmaların bütünlük taşımasına dikkat edilmiş, Fransızca cümlelerin asılları köşeli paranteze alınmış, kimi yabancı sözcüklere dipnot düşülmüş. Ancak aynı özenin bütün yabancı sözcüklere (ve Osmanlıca sözcüklere) gösterildiğini söylemek zor. Osmanlıca sözcüklerden yanlış yazıldığını (ve herhalde okunduğunu) düşündüklerim beni bile engelledi zaman zaman. Gençler ne yapar bilemem. Örnekleyeyim:
Sayfa 84: “isticap” sorgu anlamına geldiğine göre “isticvap” olmalı. s.86: “min nigah” yarım bakış anlamına “nim nigah” olabilir, s.137: “elli beş yaşı istidadında” elli beş yaşı ibtidasında (başlarında) olabilir mi acaba?
Kimi düzelti aksaklıkları (s.72: Marlo/Malro; s.121: bu kadar çıktı/bu kadarcıktı;) kitabın özenine yakışmıyor, kimi de anlaşılmayı engelliyor. s.117: sâri menekşeler; s.135: “bilhassa eski kılapçılarla musiki ederek ve plak salonları görülür.” 104. sayfada okuyamadığı sözcüğün yerine palamar ya da halat yazmaktansa soru işaretiyle eksiği vurgulayan, 129 sayfadaki “Tanımıyordu ama” cümlesinden sonrasını okuyamayıp/bağlantısız bularak köşeli parantezin içine iki soru işareti yerleştiren dikkat buraları atlamış. Ayrıca “çi faide” elbet “faydasız” demektir ama, sözcüğün tam çevirisi olan “ne fayda!” ünlemi de aynı anlama gelir. Bir de arka kapak yazısındaki “mübadelenin bıraktığı izleri bütün güncelliğiyle yansıtan” (ve Yüksek Kaldırım’ı anlatan) Bayram’da Lozan’dan sonra karşılıklı olarak değiştirilen halklarla ilgili bir iz göremedim, cahilliğimden de olabilir tabii. Ama Mübadele zaten İstanbul’u kapsamıyordu sanıyorum. Bu öyküde 1943 yılının Yunanistan’daki Alman işgaline göndermeler buldum. Belki Zeytin ve Üzüm Adası’nın (Lozan antlaşmasıyla Türk yönetimine geçen İmroz) zeytinyağı fabrikatörü Kirye Dimitri bir mübadildir... Ve arka kapaktaki yazıda da eski deyimle bir “tertip” hatası olmuştur.
Günümüz genç okurunun “ihtisas”ın duygu, “tekasül”ün üşenme olduğunu bileceğini sanarak not koymamak ne derece doğru bilemem ama Nâzım’ın bu gizli metinlerini bize ulaştıranların ikinci baskıda daha dikkatli ve titiz olacağına inanıyorum.
* Nâzım Hikmet, Öteki Defterler,YKY, 151 sayfa, Cilt li
Sennur Sezer
ÖNCEKİ HABER

Frankfurt’ta Nâzım Hikmet olmadı ama…

SONRAKİ HABER

Belçika ile rövanş günü

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...