19 Eylül 2008 00:00

GERÇEK


Dün, ABD merkez bankası FED başta olmak üzere altı büyük merkez bankası birleşerek “krize müdahale etmeye” giriştiler. Yine devletler de ellerindeki tüm kaynakları bankaları ve öteki finans kurumlarını kurtarmak için seferber ediyorlar.
Hani, “devlet müdahalesi tu kaka”ydı; hani “piyasanın kendi kuralları her şeyi düzeltmeye kadir”di?
Kürselleşmenin meczup savunucuları dışındaki küreselleşme yandaşları, “Bırakın yıkılsın!” demiyorlar; “Aman şu da yapılsın, bu da yapılsın” diye akıl veriyorlar. Bütün bu müdahalelerin krizin seyrini değiştirmek ya da yayılmasını durdurmak için bir rolünün olup olmayacağını göreceğiz.
Büyük sermaye güçleri; ortay çıkan bu durumla ilgili sadece yüz milyar dolarla varan desteklerden, kurtarılmalardan söz ediyor; “Aman yangını söndürelim” diye patırtı yapıyorlar. Ama bu krizin yıktıklarının işçi sınıfı, emekçiler ve halklar için maliyetinin ne olacağı üstünde hiç durulmuyor. Şu finans kurumuna, bu bankaya aktarılan milyar dolarların kimlerden tahsil edileceği, bu krizin faturasının kime çıkarılacağı artık krizin seyrinin bir parçası haline de gelmiştir. Biraz daha yakından bakırsa daha şimdiden sermaye güçlerinin ve hükümetlerinin; bu önlemleri gündeme gelmeye başlamıştır.
Dün, gazetemizde “Mercek” köşesinde, A. Cihan Soylu’nun “Halk krizin yükünü üstlenmemelidir” adlı yazısında sorunun bu yanına dikkat çekiliyordu. Yazının özellikle son paragrafında önemli uyarılar yapılıyordu.
Bugün burada, bu yazıda da önemli bir yanıyla dikkat çekilen, mevcut krizin yakın geçmişteki krizlerden farkı üstünde durmak gerekmektedir. Çünkü bu fark, krizin yükün reddetme mücadelesinde de önceki krizlerden farkı da ortaya koyacak mahiyettedir.
Bu özellik, önceki Asya, Rusya, Türkiye ve Arjantin’deki krizlerden farklı olarak, bölgesel değildir. Tersine bu kriz, kapitalist sistemin “küreselleşme planı”nın merkezinde, “küreselleşen dünyanın baş patronunun kalbinde” patlak vermiş ve İngiltere’den başlayarak en gelmiş ülkeleri de kapsayarak yayılma ve derinleşme eğiliminde olan bir krizdir. Bundan hemen iki sonuç çıkar:
1) Bu krizden ülkeleri kurtarmada IMF, Dünya Bankası (ya da onların bir kurtarma reçetesi) gibi uluslararası sermaye merkezlerinin ciddi bir rolü olmayacağı anlaşılmaktadır. Yine şu ya da bu ülkenin krizden kurtulması için öteki ülkelerin (özellikle gelişmişlerin diğerlerine yardım etmesi gibi) kayda değer yardımlar alınamayacağı gözlenmektedir. Çünkü bu bölgesel değil bir “sistem krizi”dir ve kürselleşme politikaları çökmektedir. Dahası kapitalist dünyanın onun yerine koyacağı yeni politikaları, en azından şimdilik yoktur. “Keynesçilik” ya da “daha çok liberalleşerek krizi aşma” gibi ortalıkta dolaşan “çözüm önerileri” geçmişe dönmedir ve geleceği olan bir gerçekliğe sahip değildir.
2) Krizin yükünü reddetmek isteyen işçi sınıfı ve emekçilerin krizin yükünü reddetmek için etrafında birleştikleri talepler, dün bölgesel krizlerin yükünü reddetmek için oluşturulmuş taleplerle sınırlı kalamaz. Eğer öyle kalırsa başarısızlık kaçınılmazdır. Çünkü, bugün kriz gerçek anlamda uluslararasıdır ve işçi sınıfı ve emek güçleri sermayeye karşı uluslararası planda bir mücadele ve bu mücadeleye uygun talepleri savunmaya girişmeden krizin yükünün sırtlarına yıkılmasından kurtulamazlar.
Krizin bu özellikleri,önceki dönemlerden farklı olarak, iki önemli konuda çıkışı önemli kılmaktadır
1) Sendikaların, emek örgütlerinin mücadeleyi uluslar arası alana taşıması ve krizin yükün uluslararası planda reddetmeyi amaçlayan bir mücadeleyi örgütlemeyi göze almak. Bu amaçla uluslararası sendikal merkezlerin harekete geçmesi için baskı oluşturmak; ikili, üçlü, çok taraflı olarak sendikalar ve her türden emek örgütleriyle ortak hareket etmek için mevcut tüm imkanları seferber etmeyi esas almak. Ama, bunları yapacak bir gücü edinmek için de; içerde tüm sendikal merkezleri, tüm emek örgütlerini az çok mücadele potansiyeli taşıyan tüm örgütlü kesimleri kapsayacak genişlikte; küreselleşmeye karşı bir mücadele cephesi oluşturmak için durmaksızın harekete geçmek. Bunun için Emek Platformunun birikimi ve öğrettiklerini unutmamak.
2) Krizin yüklerini reddetme mücadelesini kapitalist sisteme karşı bir mücadeleye dönüştürecek bir perspektifle davranma ve mücadeleyi sadece işçi sınıfı, kamu emekçileri değil kürselleşme politikalarından zarar gören tüm kesimleri birleştirecek bir cephe mücadelesine dönüştürmek ve krizi reddetme politikalarını bu mücadelenin bir bileşeni olarak ele almak. Burada işçi sınıfını ve emekçilerin en örgütlü kesimin temsil eden sendikalar ve öteki emek örgütlerine son derece önemli görevler düşmektedir. Sınıftan yana sendikacıların, işçilerin ve kamu emekçilerinin ileri kesimleriyle yakınlaşıp; mücadelenin önüne düşmesi gibi son derece önemli taktik tutumlara ihtiyaç olduğu apaçıktır.
Peki bugün dünyada ya da Türkiye’de sendikalar, emek örgütleri, dünyanın içinden geçtiği sorunların farkına vararak, böyle bir pozisyon değişimi için harekete geçmişler midir; en azından krizin yükünü (Türkiye krize girmese bile ABD’nin krizinin faturasından Türkiye’ye küçümsenmeyecek bir pay düşeceğinin farkında mıdır?) reddetmek için hazırlanan bir hareketlilik var mıdır? En azından henüz gözle görülür bir hareketlenme yoktur. Ama, hızla buna yönelinmesi için dünya çok hızlı dönmeye başlamıştır.
Yarın çok geç olabilir.
İ. Sabri Durmaz

Evrensel'i Takip Et