20 Eylül 2008 00:00

ZEUS SUNAĞI

On yıl süren Troya savaşından sonra on yıl daha geçmesine karşın kral Odisseus, karısı Penelopeya’nın ve büyüyüp delikanlı olmuş oğlunun yanına hâlâ dönemedi...

Paylaş

On yıl süren Troya savaşından sonra on yıl daha geçmesine karşın kral Odisseus, karısı Penelopeya’nın ve büyüyüp delikanlı olmuş oğlunun yanına hâlâ dönemedi... Bu arada onun öldüğünü düşünen asalak egemenler de, sözde dul kalan karısıyla evlenebilmek için gelip onun sarayına yerleştiler. Artık Odisseus’un ve halkın birikimi olarak neyi var neyi yoksa yiyip içiyorlar, yapmadıkları yüzsüzlük bırakmıyorlardı!.. Sonunda Telemahos, halkı ve asalak egemenleri kentin meydanında topladı... Kürsüye çıkıp durumunu anlattı. Anasının talipleri asalak egemenlerin hemen saraydan ayrılmalarını istedi...
***
Ne var ki talipler, ne halktan sözü geçenlerin uyarılarını ne de Telemahos’un saraydan bir an önce ayrılmaları buyruğunu önemsediler. Gene eskisi gibi sarayda yemekli şaraplı eğlencelerine başladılar. Telemahos deniz ötelerine gidip oralarda Troya savaşına katılanlardan babasının hâlâ yaşayıp yaşamadığı konusunda bilgi toplamaya karar verdi. Babasının arkadaşı Mentor kılığındaki tanrıça Atena da ona yardım ve yoldaşlık ediyordu...
Artık kiralayacakları bir gemi ve devşirecekleri gönüllü kürekçilerle denizlere açılacaklardı. Tanrıça Atena, yolda yiyip içecekleri bir şeyler hazırlaması için Telemahos’u saraya gönderdi. Telemahos eve geldiğinde asalaklar gene yiyip içip eğleniyorlar; dul Penelopeya’ya yakışıksız laflar atıyorlardı... Kimsenin ilgisini çekmeden doğruca babasının bodrum katındaki hazine odasına indi Telemahos. Bu geniş oda; sandık sandık kumaşlar, külçe külçe bakır ve altınla doluydu. Kocaman karınlı küpler, odanın duvarları boyunca dizilmiş; içlerindeki çeşit çeşit şaraplar da yıllardan beri Odisseus’un özlemiyle tatlanıp mayalanmışlardı... Ve bütün bunları, yirmi yıldır hep dadısı Eurikleya koruyordu bütün titizliğiyle...
İşte Telemahos’un bu hazine odasına indiğini görünce, Eurikleya hızla süzülüp yanına geldi. Telemahos da bütün sevecenliğiyle sarıldı ona... “Sevgili dadım” diye doğrudan söze girdi: “Hani o talihsiz babam savaştan döner de içer diye sakladığın en tatlı şaraptan değil de, tatlılıkta ondan sonra gelen şa-rapla doldur testileri. Tam on iki tane olsun... Sonra da iyi öğütülmüş yirmi torba un... Hepsi tamam olunca şu duvar kıyısına dizersin onları... Ama sevgili dadım, bunları senden başka bilen olmasın... Anam üst katta uykuya çekilince onları alıp götüreceğim... Sparta’ya, Pilos’a gidip oralarda Troya gazileriyle konuşacağım... Babama ne olmuş, onu öğreneceğim...” Bu sözleri duyar duymaz bir çığlık attı Eurikleya!.. “Nereden koydun bunları kafana yavrum?” diye sızlanmaya başladı hemen: “Baban, nice kurbanlar gibi o doymaz kral Agamemnon’un çıkardığı uğursuz savaşın kurbanı oldu... O yüzden burada ananı ve halkı güdüp yeden bir tek sen kaldın... Sen gidersen, zaten evimize çöreklenmiş bu soylu keneler hem bizim, hem de halkın birikimlerini; kendi eş ve yakınları arasında bölüşecekler... Sonra bununla da yetinmeyecekler; ülkemizin tarlalarını, limanlarını sattıkları gibi güzel gençleri de köle olarak yabancılara peşkeş çekecekler! Dul ananı da evlerine kapatacaklar!.. Bütün bunlar olup biterken halk, birileri onu uyandırmazsa, şimdi olduğu gibi o zaman da susacak. Halkların kendiliğinden uyanması çok zor, Telemahos! O yüzden şimdilik buralardan ayrılma yavrum!..”
Telemahos bütün sevecenliğiyle tuttu ellerinden dadısının. “Hiç tasalanma dadıcığım, hiç üzülme!.. Bu korkularının hiçbiri başımıza gelmeyecek. Zaten senin söylediklerine şimdiden isyan ettiğim için denizlere açılıyorum” dedi gülümseyerek... “Ama söz ver bana; anama bunlardan hiç söz etmeyeceksin! Yoksa çıldırır, elini yüzünü paralar üzüntüsünden!..”
Bunun üzerine kimseye bir şey söylemeyeceği üzerine ant üstüne ant içti iyi yürekli dadı Eurikleya... Ama gene de içinden coşup coşup gelen gözyaşlarını pek tutamıyordu. Çünkü bu sevgi yumağı Eurikleya büyütmüştü Telemahos’u; kendi öz oğlu gibi. Üstelik anası Penelopeya’ya da hep o gözkulak olmuştu babasının yokluğunda... İstemeye istemeye de olsa, Telemahos’un tembihlediği gibi yol hazırlıklarını yapmaya başladı...
Bu arada baba dostu Mentor kılığındaki gök gözlü tanrıça Atena da Telemahos’la denizlere açılabilmek için iyi yürekli Noemon’un tez giden gemisini istemişti. O da, “Seve seve veririm!” demişti... Şimdi de gönüllü ve gözüpek kürekçiler bulmak için fır dönüyordu kenti!..
Tanrıça Atena haliyle gözüne kestirdiği her kürekçinin önünü kesiyor, o akşam buluşacakları yeri tarif ediyordu... Bütün sokaklar gölgelenince de Atena, gemiyi yol boyu gerekecek her türlü araç ve gereçlerle tepeden tırnağa donattı. Sonra da gözlerden uzak limanın ağzına getirip bıraktı... Yoldaşları olacak soylu kürekçilerin çoktan sahilde toplanmış olduklarını görünce de çok sevindi. Onları sevecenlikle selamladı... Her birine güç verdi. Sonra da doğruca saraya yollandı. Sarayın avlusundaki talipler ellerinde şarap tasları; ha bire bağırıp çağırıyorlar, sözde eğleniyoruz diye ortalığı birbirine katıyorlardı... Mentor kılığındaki tanrıça hepsinin gözlerine uyku döktü. Onlar da bir anda uyuşup ellerindeki tasları bile yerlere düşürdüler... Uyumak üzere birer ikişer çekilip gittiler. Sesiyle giyimiyle Mentor’un aynısı olan tanrıça Atena, Telemahos’u çağırdı yanına. Yanına gelince de; “Çabuk ol Telemahos” dedi; “Gemi de, yoldaşlarımız olacak kürekçiler de hazır! Hepsi de senin buyruğunu bekliyorlar. Kimselere görünmeden bu gece yelkenleri hemen açalım!”
Tanrıça önde, Telemahos arkada koşaraktan sahile ulaştılar ve onları bekleyen iyi yürekli kürekçi yoldaşlarıyla bir süre kucaklaştılar...
Yaşar Atan
ÖNCEKİ HABER

Bitmeyen savaş okulları sattırıyor

SONRAKİ HABER

Dali’ye bakmak

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...