22 Eylül 2008 00:00
EMEK DÜNYASI
Egemen güç odakları arasındaki çatışma büyüdükçe, sıcak çatışmanın en önemli silahı olan basın alanında çatışma da daha şiddetli bir hal almaya başladı.
Egemen güç odakları arasındaki çatışma büyüdükçe, sıcak çatışmanın en önemli silahı olan basın alanında çatışma da daha şiddetli bir hal almaya başladı.
Eğer güç odakları arasında çatışmanın şiddeti görülmezse, Başbakan Erdoğanın belki de basından en makul eleştiriler yapıldığı bir konu (Deniz Feneri iddianamesi haberleri) üstünden böylesi şirazeden çıkan bir tepki göstermesi anlaşılır olmazdı. Eğer çatışma çok şiddetli olmasa, Genelkurmayın haftalık brifing adı altında gazetecileri düzenli bir eğitime alma girişimi ve bu girişime karşı basın örgütlerinin bu kadar tepkisiz kalması yeterince anlamlı olmazdı. Ya da çatışma yeterince şiddetlenmemiş olsa, Doğan Grubunun gazete ve televizyonlarının hükümetle açıkça çatışmaya girmesi, bir sermaye grubu için akıllıca görülmezdi.
EGEMENLER CEPHESİNDE ÜÇ GAZETECİLİK ODAĞI
Son günlerde üç gazetecilik anlayışı çarpışıyor. Ve bu üç gazetecilik anlayışı da; gazeteciliğin evrensel ilkelerini savunuyoruz iddiasını öne sürerken, kendi gazeteciliklerini tarif ediyor.
Bunlardan biricisi Doğan Grubu gazeteciliğidir. Bakarsanız, yazıya dökerken gerçek habercilik ilkelerini tarif ederler ama onlar için pratikte haber; 1-) genel olarak sermayenin çıkarlarına, 2-) devletin ve düzenin bekasına, 3-) (en önemlisi) Doğan Grubunun çıkarlarına zarar vermemelidir! Bunlar dışında her şey haber olabilir; bunlar dışında gazeteciler özgürdür!
İkinci gazetecilik yaklaşımı, Genelkurmay gazeteciliğidir. Savaş zamanları ya da savaş bölgelerinde bu anlayışa, gazetecilik dilinde, iliştirilmiş gazetecilik de deniyor. Özellikle bölgedeki gazetecilik açıkça bu haldedir ve kimi zaman bu sivil gazeteciler, askeri üniforma giyerek kameraların karşısına çıkmaktan çekinmiyorlar. Bu anlayışa göre de haber, 1-) genel olarak devlet ve statükoya, 2-) özel olarak da askerin isteklerine, 3-) Milli Savunma konseptine ve bu konseptin kamuoyunu yönlendirme ihtiyaçlarına uygun olmalı, en azından bu amacı tahrip edici unsurlar taşımamalıdır. Aksi halde; bunların dışına çıkanlar gazeteci sayılamazlar.
Üçüncü gazetecilik türü ise Başbakan Erdoğanın, henüz dumanı üstünde tüten taze tanımlanmış gazeteciliğidir. Burada da kriter, AKP ve Erdoğanın politik amaçlarına uygun habercilik tir. Aksi halde haber, AKPye yönelik komploların, hükümeti köşeye sıkıştırmak isteyen, huzur ve sükun düşmanı ve ahlak düşkünü çevrelerin bir silahı olarak görülüp, ona göre tutum alınır. Bu türden haberleri yayan gazetelerin okunması, evlerde ve işyerlerinde bulundurulması, topluma açık yerlerde sergilenmesi, zinhar caiz değildir! Tek gerçek gazetecilik; hükümetin icraatlarını halka tanıtan gazeteciliktir ki, şom ağızlılar buna yandaş gazetecilik dese de özgür gazetecilik budur!
GAZETECİLİK ÖRGÜTLERİ NE YAPIYOR?
Gazeteciliğin evrensel ilkeleri ve basın özgürlüğü üstünde böyle tepinilirken, Bu ilkeleri savunması gereken gerçekten gazetecilik yapmak için çalışan gazeteciler ve gazeteci örgütleri ne yapıyor sorusu da akla geliyor elbette.
Kuşkusuz ki basının çekildiği zifosun farkında olan ve bundan rahatsız olan pek çok gazeteci var. Ama onlar seslerini çıkaramıyor; çünkü bu konuda bir tepki koyarlarsa, her an kendilerini kapıda bulabilir ve bir daha da medya tekellerinde iş bulamazlar. Bu yüzden de olup biteni sessizlikle geçiştirmeye çalışıyorlar.
Gazetecilik örgütleri ise ancak belirli tekelci grubun gücünü arkalarına aldıklarında, ya da onların rahatsız olmayacağı durumlarda gazetecilik ilkelerini savunabiliyorlar. Örneğin Başbakanın basın özgürlüğüne saldırısı karşısında, bu saldırı Doğan Grubunu da karşısına aldığı için gazeteci örgütleri (Doğan Grubunun gücünü arkasına alarak) basın özgürlüğünü savunacak bir çizgide tutum alabildiler. Ama aynı örgütlerin sözcüleri, Genelkurmayın aynı ölçüde basın özgürlüğü ile çelişen, belki daha da yıkıcı sonuçlara yol açacak girişimini görmezden geldiler. Çünkü bu örgütler, kendilerini, egemen güç odaklarını karşılarına alacak kadar güçlü görmüyorlar. Elbette ki bu güçsüzlüğe rağmen onurla mücadele etmiş; örgütün gücüne, kendi cesaretleri ve karalılıklarıyla güç katan gazeteciler ve gazetecilik örgütlerinin yöneticileri ve yönetimleri olmuştur; bunlar bugün de vardır. Ama burada tartıştığımız bu değil.
YENİ BİR ÖRGÜTLENMEYE İHTİYAÇ VAR
Bu yüzden de bugün yapılması gereken, ülkemizde demokrasi mücadelesinin bir parçası olan basın özgürlüğü ve halkın haber alma özgürlüğü davasını savunmak; basın tekellerinin, hükümet ve öteki egemen güç odaklarının bu alana müdahalelerini boşa çıkarmak için bir mücadeleyi geliştirmektir. Bunun için basın özgürlüğünü gerçekten savunan gazeteler ve TV kanalları inisiyatifiyle basın alanının örgütlenmesi bu konuda ilk akla gelen girişimdir. Mevcut gazetecilik örgütlerinin de, basın özgürlüğünü gerçekten savunan gazetecilerin de bu inisiyatifin bir bileşeni olması, demokrasi mücadelesiyle basın özgürlüğü mücadelesinin birleştirilmesi, elbette ki son derece önemlidir. Bu önem giderek, ülkede ve dünyada ilericilik-gericilik, emek-sermaye kavgasının kızışmasına da paralel olarak hayati bir öneme dönüşecektir. Bunu görmek için kahin olmaya gerek de yoktur.
BUNUN İMKANLARI VAR MI?
Ülkemizde 150 yılı aşkın bir basın özgürlüğü mücadelesi ve bunun birikimi olduğu gibi, son çeyrek yüzyıl içinde son derece önemli deneylerden geçmiş, tüm ülke sathına yayılmış, demokrasi mücadelesiyle de birleşen bir halkın haber alma özgürlüğünü savunma mücadelesi vardır. Bu mücadeleler içinde; İstanbuldan Diyarbakıra, İzmirden Ankaraya, Trabzondan Hataya basın tekellerinin, hükümetin ve yerel güç odaklarının baskısından bunalmış; maddi ve mahalli baskılar altında yaşam mücadelesi veren basın, sermaye medyasındaki basın özgürlüğünü savunan gazetecileri de kapsayan bir basın platformu oluşturmayı başardığı ölçüde, basın özgürlüğünü ve halkın haber alma özgürlüğünü savunacak yeni bir güç odağı oluşabilir.
BAŞKA BİR SEÇENEK YOK!
Ancak o zaman, gazeteciler ve gazetecilik örgütleri, kuruluş amaçlarına uygun olarak basın özgürlüğünü savunurken yaslanacakları gerçek bir dayanağa sahip olacaklardır.
Bunu kim ve nasıl yapar sorusu, elbette henüz ortadadır. Ama eğer Başbakanın, medyayı bir güç ve çıkar aleti olarak kullanan medya gruplarının basın özgürlüğü üstünde tepinmesinin seyircisi ve mağdurları olmak istemiyorsak; gerçek bir basın özgürlüğü ve halkın haber alma özgürlüğü, gerçek bir özgür basın davasından söz ediyorsak; bu sorunu çözmek; gazeteciliğin evrensel ilkeleri doğrultusunda faaliyet gösteren bir basın mücadelesi için kolları sıvamalıyız. Aksi halde, basın dünyası da, halk da sahte kavgaların, basın özgürlüğü istismarcılarının her gün yeniden böldükleri bir malzeme olmaktan kurtulamazlar.
İhsan Çaralan