25 Eylül 2008 00:00

KENTTEN GELEN


İnsanlığın uygarlaşma sürecinde eğitim kurumları son birkaç yüzyıldır oldukça önem kazanmış, 21. yüzyılda ise eğitim ve eğitilmiş insan kavramları her türlü değişimin, gelişmenin ve ilerlemenin belirleyicisi olmuştur. Kimin nasıl bir eğitim alacağı, alınan eğitime bağlı olarak kazandırılacak bilgi, tutum ve becerilerin neler olacağı, eğitimin hangi mekansal ortam ve araçsal olanaklarla yürütüleceği, sözün kısası nasıl bir insan yetiştirileceği konusu, tarihin farklı evrelerindeki ekonomik ve kültürel düzeye bağlı olarak biçimlenmiştir. Okul kavramına Yunan, Sümer, Pers, Çin, Mısır ve Roma kökenli kaynaklarda sıkça rastlanmakla birlikte, belirli bir seçkin kesimle sınırlanmayan, tüm halkın eğitim aldığı ve alınan eğitimin merkezi idareler aracılığı ile denetlendiği bir eğitim yönetimi anlayışının 18. yüzyılda yaygınlaşmaya başladığı kabul görmektedir. 19. yüzyıl, burjuvazinin görece ilerici olduğu bir dönemdir; özellikle Batı ülkelerinde ilk kez tüm halkın okuryazar olması için harcanan çabalar ve zorunlu eğitim bu döneme damgasını vurmuştur. Eğitim kurumlarında okutulacak müfredat, eğitici personelin yetiştirilmesi ve istihdamı, yönetici atama gibi konuların, ülkelerin çoğunda doğrudan merkezi yönetimler tarafından yapıldığı bu dönem 1950’li yıllardan sonra yerini yerel yönetimlerin de eğitimde gittikçe daha çok etkin olduğu bir anlayışa bırakmıştır.
Osmanlı’dan günümüze kadar Türk eğitim tarihine baktığımızda, merkezi yönetim anlayışının baskın olduğu görülmektedir. Eğitim-Öğretim Birliği Yasası’yla ülkedeki tüm eğitim kurumlarının tek bir çatı altında toplandığı ve Cumhuriyete sahip çıkacak kuşakların ancak merkezi bir yapılanma ile gerçekleştirileceği düşünülmüştür. Bu doğrultuda devlet, okulların altyapı, donanım, müfredat, öğrenme-öğretme süreçleri, ölçme değerlendirme uygulamalarında tek yetkili organ olmuştur. Cumhuriyet tarihinde zaman zaman Maarif Eminlikleri’nin oluşturulması gibi yerel uygulamalara gidilse de, öğretimsel kararlardaki tek yetkili organın Milli Eğitim Bakanlığı olduğu anlaşılmaktadır. Nüfusu yetmiş milyonu aşan ve oldukça genç bir nüfusa sahip olmaktan dolayı kalabalık bir öğrenci mevcuduna (15 milyon/2006) sahip olan Türkiye’de öğretim kurumlarının tek bir merkezde yönetilmesinin güçleştiği hem akademik, hem de bürokratik çevrelerce değişik ortamlarda ifade edilmektedir.
Yerel yönetimlerin eğitim kurumlarıyla etkileşimi henüz istenen düzeyde değildir. Yerel yönetimler, öğrencilere burs verme, süt kampanyaları düzenleme, abla-ağabey projeleri, yarışmalar, geziler, okulların mekansal ve araçsal gereksinimlerini giderme konularında bir çaba içerisinde olmakla birlikte, eğitimin dörtlü döngüsü denilen hedef, içerik, materyal ve değerlendirme süreçlerinin yanı sıra öğretmen yetiştirme ve istihdamı, öğretmen ücretleri ve çalışma koşullarını iyileştirme, öğretmen, yönetici ve deneticilerin mesleki gelişim etkinliklerini yönlendirme etkinliklerinin birçoğunda yer almamaktadır.
Yerel yönetimlerin eğitimden sorumlu birimler oluşturması ve ilköğretimden yükseköğretime kadar her düzeyde eğitim kurumlarıyla eşgüdümlü çalışmalar yürütmesi gerekmektedir. Öğrenmenin parmak izi kadar kişiye özgü olduğu, yaşam boyu devam ettiği, öğrenme sürecinin bir sınıf, karatahta ve öğretmenle sınırlanmayacak kadar karmaşık bir süreç olduğu paradigması, yerel yönetimlerin de artık eğitim kurumlarına söz konusu paradigmaya koşut bir anlayışla yaklaşmayı gerektirmektedir. Kentin müzelerini, tiyatrolarını, sinema salonlarını, hayvanat ve botanik bahçelerini, tarihi mekanlarını, teknokentleri, gençlik merkezlerini, spor tesisleri ve öğrenme amaçlı oluşturulmuş her türlü oyun parklarını hazırlamak, başta çocuklar olmak üzere tüm halka ücretsiz sunmak görevi ile karşı karşıyadır yerel yönetimler. Okullarla ilgili araştırmalar yapmak, projelerin başlatıcısı ve destekçisi olmak, üniversitelerin ilgili birimleriyle ve akademisyenlerle daha çok etkileşmek gerekiyor.
Yükseköğretim öğrencilerinin uzmanlık alanlarından yararlanmak, gençlere yönelik sportif ve kültürel etkinliklerin niceliğini ve niteliğini artırmak gerekiyor. Daha çok yazarla, ressamla, müzisyenle, sinema-tiyatro oyuncusuyla buluşmalı çocuklarımız, gençlerimiz ve yetişkinlerimiz. Okuldan arta kalan zamanlarda çocuklarımızın güvenle gidebileceği çağdaş merkezler, kötü alışkanlıkların da azalmasında etkili olacaktır. Çocuğa ne yapmamasını öğretmekten çok, yapılması isteneni pekiştirici yaşantılar için bu araçlar kullanılmalı. Yerel yönetimler, bünyesine eğitim bilimcileri, tarihçileri, sosyologları, kent bilimcilerini ve değişik alan uzmanlarını almalı, yurdu geleceğe taşıyacak kuşakların eğitimine bu çerçeveden bakmalıdır. Bu sayılan merkezler yok mu ya da yetersiz mi, o zaman da öncelikli konu bunları hazırlamak ve hizmete sunmak olmalı. Mevcut yasa, mevzuat ve teamüller, doğru olanı yapmama gerekçesi olamaz. Çünkü gelecek kuşaklar kaçan trenin sorumlusu olarak dönemin koşullarını değil, gereğini yapmayanları görecektir. Mesele neyi doğru kabul ettiğinizdir!
* Ege Üniversitesi Eğitim Fakültesi Yrd. Doç.
Yılmaz Tonbul*

Evrensel'i Takip Et