5 Ekim 2008 00:00
edebiyatı değiştiren öğretmenler
GÜNÜN YAZILARI
Bilmiyorum başka bir ülkenin edebiyatında bir mesleğin edebiyata yön verdiği görülmüş müdür? Bizim edebiyatımızda öğretmenliğin önemli bir yön vericiliği olmuştur. Bu değişimin en önemli öğesi kuşkusuz köy romanı köy edebiyatı biçiminde anılan akımdır. Bence bu akımın gizli başlatıcısı bir eğitimci olan Reşat Nuri Güntekindir (1889-1956).
Anadolunun yeşil kırları, temiz havası, sağlıklı insanları masalları yerine yoksulluk ve bilgisizliği de anlattığı Çalıkuşu romanı yanında, televizyonda bugüne uyarlanan Yaprak Dökümü romanıyla da tanınan yazarın bence önemli ancak gölgede kalmış bir yapıtı: Anadolu Notlarıdır. İlk cildinin baskısı 1936 yılında yapılan bu notlarda, Güntekin, Maarif Bakanlığı müfettişi olarak dolaştığı yerleri apaçık bir gerçekçilikle, sınıflar arasındaki çelişkilerle , Batılılaşmak uygarlaşmak adına yapılanların gülünçlüğüyle anlatır:
Bu gece balo var.
Hafif bir soğuk algınlığı sebebiyle dışarı çıkmamaya, oteldeki odamda çalışmaya karar verdim. Fakat daha ziyade sokaktaki hazırlığı seyrediyorum.
Bina eski bir tütün deposu. Kuşdilindeki eski salaş tiyatrolar biçiminde hantal, sevimsiz bir şey. Fakat ne çare ki kasabada daha geniş bir balo salonu bulunamadı. Tertip komitesi iki günden beri bunu elden geldiği kadar süslemeye çalışıyor. Salonun duvarlarına halılar, bayraklar, tablolar asıldı. Tahta direkler renk renk papyfriselere büründü; aralarında tırtıllı uçurtma kağıdından mahyalar kuruldu.
Hele tavandaki yıldız biçimi lambadan sokak kapısına kadar uzanan muhteşem uçurtma kuyruğunun temsil ettiği kuyrukluyıldız gecenin süksesi olacak.
Kitabın ikinci cildinde daha ileri tarihlerde yaşananların notları vardır. Ve bence bu notların çoğu, kuşkusuz kitaplaşmadan önce dergilerde yayımlandıklarında başka yazarlara , örneğin Sabahattin Aliye esin kaynağı değilse de dayanak olmuştur. Bunlardan biri Para başlığını taşır. Yazar 10 yıldır İstanbuldan uzakta bir Anadolu şehrinde yaşayan bir mühendis arkadaşının davetlisi olarak bir gazinodadır. Mühendis, yaşadığı koşullardan yakınmaktadır. O sırada yazar bir gürültü işitir:
Terasımızın altındaki bataklıkta bir zamandan beri bazı hafif gürültüler, sokakta süprüntü tenekelerini devirip eşeleyen köpeklerin tıkırtılarına benzer sesler işitiyordum.
Bir ara kulağıma amca amca diye bir ses geldi. Yanımdaki parmaklıktan aşağı bakınca sazlar ve kurumuş çamurlar arasında yarı çıplak bir kız çocuğu gördüm. Lüksün kuvvetli ışığı altında saçları ve yüzü bembeyaz, gözleri kamaşmış, bana elini uzatıyor:
-Amca, bana ekmek atıver....
Dikkat edince daha ötelerde, ilerlerde aynı kıyafette daha başka çocuklar, hatta büyükler görüyorum.
Soframızın bir eksiği olmaması için gözünü üstümüzden ayırmayan gazino sahibi koşuyor, tavuk sürüsü üstüne çullanmaya hazır bir çaylak gibi parmaklıktan sarkarak bağırıyor
-Şimdi geliyorum veletler...
Sonra bize dönerek mazeret beyan ediyor
-Müşteriler öteberi atarlar da yeriz diye tanrının gecesi toplaşırlar...Polise de söyledik olmadı.
Yıl 1938dir.
Reşat Nuri Güntekin, kitabın ikinci cildinde Cumhuriyet Anadolusunun ilerleyen görüntüsü yerine aksaklıklarının yazılmasını eleştirenlere şu yanıtı verir: İnsanları sevmek gibi memleketi sevmenin de tek şekli yoktur(...)aşkın öylesi vardır ki sevdiğinde kusur görmeye tahammül edemez. İyi giden taraflardan ziyade aksayan ve geri kalan tarafları görmeye ve bunlardan endişe duymaya meyleder.
Köycülük / köy gerçekçiliği 1950 sonrası edebiyatın en önemli akımlarından biri köy gerçekçiliği/köycülük akımıdır. Bu akım toplumsal gerçekçi anlatımın köylünün yaşama koşulları ve köy sorunlarına yönelimi biçiminde tanımlanabilir. Köy Enstitülerinde Batı klasikleriyle eğitilen, sözlü edebiyatı değerlendirmeyi öğrenen köy çocukları bu öğrendiklerini yeni bir sentezle edebiyata taşıdılar.
Masalların bakış açısını, abartı özelliğini edebiyata aktararak yeni bir gerçeküstücülük kurmak yerine , köyün yönetimlerle değişmeyen feodal yapısını ve yoksulluğunu doğrudan göz önüne seren bir anlatımı seçen bu köy kökenli yazarlar, şiirde ve öykü/romanda köyü görmeden köyün doğa güzelliğini, köylünün yalın yaşamını öven bakış açısını yürürlükten kaldırdılar.
Bu akımın görüldüğü ilk süreli yayın Hasanoğlan Köy Enstitüsünün 1945 yılında yayımlamaya başladığı Köy Enstitüleri dergisidir. Köy Enstitülerini karalama ve suçlamaların Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücelin istifasına yol açacak dereceye gelmesiyle bu dergi kapanınca köy enstitülü yazarlar (Mehmet Başaran, Mahmut Makal, Talip Apaydın, Fakir Baykurt, başta olmak üzere) Yücel, Varlık, Yeni Ufuklarla benzeri dergilerde şiir, öykü ve köy notlarını yazmayı sürdürdüler.
Mahmut Makalın Varlıkta yayımladığı köy notlarının Bizim Köy (1950) adıyla kitaplaşması heyecanla karşılandı. Bu kitabın pek çok benzeri yazıldı.
Köy Enstitülü yazarların yalnızca en önemlilerinin listesini vermek bile , nasıl değerli bir yazar kadrosuyla karşı karşıya olduğumuzu kanıtlayacaktır: Mehmet Başaran, Talip Apaydın, Behzat Ay, Fakir Baykurt, Yusuf Ziya Bahadınlı, Ali Yüce, Dursun Akçam, Adnan Binyazar, Ümit Kaftancıoğlu, Osman Şahin, Hasan Kıyafet.
Mahmut Makalın derlediği Bozkırdaki Kıvılcım Enstitülüler adlı seçki kitabı, Osman Bolulu gibi öne çıkmamış Köy Enstitülü yazarlarla tanıştırır bizi. Bu yazarlar yalnızca köyün insanlarının, çocuklarının yoksulluğunu , özlemlerini değil, 1950lerin politik ve ekonomik tutumunun kışkırttığı iç ve dış göçteki durumlarını da izlediler. Örneğin Fakir Baykurtun Yüksek Fırınlar, Koca Ren ,Yarım Ekmek, Duisburg Tireni Avrupadaki işçilerimizin köyden Avrupaya sıçrayan yaşam çizgilerini anlatırken kültürel kaosu da yansıttı.
Köy Enstitülü olmasalar da öykü ve romanlarında köy gerçeğini işleyen, Reşat Enis, Orhan Kemal, Kemal Bilbaşar, Samim Kocagöz, İlhan Tarus, Orhan Hançerlioğlu, Necati Cumalı bu akımın zenginleşmesini sağlayanlar arasındalar elbet. Ama bu akım köyden öğretmen olarak gelenler olmasaydı eksik kalırdı.
İkinci öğretmen kuşağı
Her edebi akım karşıtını getirir. Köy edebiyatı da yaygınlaşıp yerleştikçe gelen yeni kuşaklarda bu akıma karşıt olarak gerçeğin insan ruhundaki etkilerini anlatmayı amaçlayan bir dil ve üslup görüldü. 1950 Kuşağı denilen bu kuşağın, önde gelen adları Adnan Özyalçıner, Onat Kutlar, Erdal Öz, Ferit Edgü, Demir Özlünün tavrı yine 1960 sonrasında bir öğretmenlik serüveniyle değişecektir.
1960 sonrasında Nâzım Hikmetin, Sabahattin Alinin yeniden yayınlanabilmesi edebiyatı etkiledi. Hem öyküde hem de şiirde estetik kaygılar yitirilmeden bir yalınlaşma görüldü. Edebiyattaki bu değişimde 1960 Anayasasının getirdiği özgürlükler yanında 1960 sonrası yürürlüğe giren yedek subay öğretmenlik uygulamasının önemli bir payı vardır.
Fakülteyi bitirmemiş üniversite öğrencilerine iki yıl köy öğretmenliği yaptıklarında üç aylık askeri eğitimle terhis sağlayan bu uygulama, Anadoluyu Batıdaki büyük şehirler dışında hemen hiç tanımayan genç edebiyatçıların köy gerçeğini yaşamasını sağladı. Şehirlerin dışındaki yaşamla doğrudan karşılaşan, Türkiyede bir düzen değişimine inanan bu genç insanların umutsuzluğa kapılmadığını söylemek gerekir. Yedek Subay Öğretmenliği yedek subaylığa yeğleyen bu kuşak Doğudaki yaşamı ve Kürt gerçeğini de yaşayarak tanıdı. Sonuçlarından bir iki örnekle yetineceğim; Adnan Özyalçınerin Dağ, Tırmanış, Asfalt gibi pek çok öyküsü. Ferit Edgünün sonradan Hakkaride Bir Mevsim adıyla filme alınan Kimse ve O adlı romanları. Ahmet Sayın Bingöl Öyküleri.
Öğretmenlik şiirlere de yansıdı, esprili bir örnekle bağlıyalım: 60 kuşağından Egemen Berközün 1966 yılında yayımlanan ilk kitabının adı Çin Askeri, Ah Devrandır. Bu addaki Çin askeri tamlaması , onun görev yaptığı Solhandaki halkın ufak tefek ve güçsüz kişiler için kullandığı bir tanımdır.
Öğretmenlik, tarihimizde yalnızca halk çocuklarının değil edebiyatın da yazgısını değiştirmesiyle önemlidir.
Sennur Sezer
Evrensel'i Takip Et