06 Ekim 2008 00:00
Aladağların Duru acısı
Müzik tarihi bir şekliyle, yeteneklilerle yeteneksizler arasındaki savaşın arenasıdır. Tanju Duru, bahsedilen ilk grubun usta savaşçılarından biri...
Müzik tarihi bir şekliyle, yeteneklilerle yeteneksizler arasındaki savaşın arenasıdır. Tanju Duru, bahsedilen ilk grubun usta savaşçılarından biri... böyle başlamıştı Tanju Duruyla, 2007 yılının Ağustosunda gerçekleştirdiğimiz röportajın giriş yazısı. O, kırk beş yıllık, dingin ve durgun yaşamını, eşsiz müzik yeteneğini, birikimini, sevenlerini, doğaya olan tutkusunu, Aladağların keskin uçurumlarından birinde bıraktı. Tanju Duruyu Niğdenin Aladağlarında bir dağ tırmanışında kaybettik. Şimdi çaresizce müzik tarihinin yeteneklilerle yeteneksizler arasındaki savaşın arenasında, Duru, yetenekli usta bir savaşçıydı diyebiliyoruz.
Babasının müzik ve tarih öğretmeni olması, Tanju Durunun da her iki alanda kendini yetiştirmesinin belki de ilk ipuçlarıdır. Ve çoğu zaman eksik kalan, tamamlanamayan yetenek ve birikim bütünleşmesi, Durunun, hayatın ve sanatın üzerinde sağlam temellerle yükselişinin ayaklarından biridir sadece. Tanju Durunun hayata dair kaygısı sadece notaların yan yana kusursuz dizilişi değil, o notaların bir de hayatla estetize edilmesi gerekliliğiydi.
Mütevazı stüdyosunda bizi ağırlarken, sadece, yeni çıkardığı albümü hakkında konuşmayı bekliyorduk Tanju Duruyla. Yanılmıştık. 12 Eylül ve onun o bulanık estetiğinden, kurumsallaşmasından çevre duyarlılığına, 67 Eylül olaylarından Hrant Dinke kadar geniş bir yelpazeye yaydı sohbetimizi Duru. Stüdyosu Mütevazı dediysek yanlış anlaşılmasın. Bir o kadar tanınan, bilinen müzik insanlarını ağırlamıştı o stüdyo. Bülent Ortaçgil, Erkan Oğur, Akın Eldes, Pinhani, Ayşe Tütüncü, Muammer Ketencoğlu ve daha nice isim. Hepsi ya nefesiyle ya da dokunuşlarıyla konuk olmuşlardı bu ev stüdyosuna. Ve Tanju Durunun albüm hazırlıkları haberini alınca koşa koşa gelmişlerdi 2007nin bizce en önemli çalışmalarından biri olan Duru Zamanlara. Tanju Durunun müzikal anlayışının dışavurumu da denebilecek bir albüm olan Duru Zamanlar ilk çıktığında internet sitelerinde halk müziği, pop-rock ve hatta sanat müziği listelerinde bile değerlendirildi. Belli bir türün albümü değildi Duru Zamanlar. Çok zorlarsak, tam karşılamasa da akustik-alternatif bir müzik albümü diyebiliriz... şeklinde değerlendiriyordu albümünü, Duru. Ne ilginçtir; albümünün 3.şarkısı olan Ağrı Zamanı nı bir dağ tırmanışı sırasında kaybettiği arkadaşlarına ithafen yapmıştı. Atlas dergisinin Ağrı Dağında yitirdiğimiz yazarı İskender Iğdır ve yine Kırgızistanda dağda ölen Uğur Uluocak için yaptığım şarkıydı. Ağrının ağrısı, acısı oldu bizlere demişti sohbetimizde. Nereden bilebilirdi kendisinin de bizlere Aladağların acısını bırakacağını?
Ezginin Günlüğüne katkısı büyüktü
Tanju Duru, Üniversitede tiyatro gruplarının müziklerini hazırlarken, 1984 yılında Nadir Göktürk ve Emin İgüsle tanışıp, Ezginin Günlüğüne katılmıştı. 1982 yılında kurulmuş, yeni yeni oturmaya başlamış ama dikkatleri üzerine çekebilmiş grup, Tanju Durunun da katılmasıyla müzikal evrimini tamamlamış ve kitlelere ulaşabilmişti. Grubun ilk beş albümünde (ki bu çalışmalar Ezginin Günlüğünün sanatsal zirvesini de oluşturur) bulunmuş, grubun müzikal örgüsünün oluşturulmasında büyük pay sahibi olmuştu.
1990da grubun müziğinin, misyonunu tamamladığına inanır ve gruptan ayrılır. O grupların (Ezginin Günlüğü, Yeni Türkü) 80li yıllardaki pozisyonlarıyla şimdiki pozisyonları arasında büyük farklar var. O dönemlerde, o grupları dinleyen kitlenin dünyaya ve içinde yaşadığımız topluma bakışıyla, bu grupları bugünkü biçimiyle dinleyen kitlenin bakışı arasında çakışan belki de hiçbir nokta yok. Sadece dünyaya bakışınızı, kendinizi felsefi, politik olarak geliştirip yenilemeniz yetmiyor. Buna paralel olarak müzikte de bu gelişmeyi, yenilenmeyi yakalamanız gerekiyor. O zaman öncü olmuş grupların, bugün baktığımızda kenarda köşede kalmış olması ve artık sadece nostaljik değerleriyle anılmasında bunun da payı var kuşkusuz. Bu anlamıyla bu, grupların mirasına da yapılmış büyük bir haksızlık şeklinde açıklıyordu gruptan ayrılış sürecini ve ekliyordu ardından 12 Eylül etkisini 90dan itibaren gösterdi diyebiliriz. Çünkü tamamen kurumsallaştı. 80li yıllarda bu etki bu kadar yoğun hissedilmedi. İnsanlar bir şekilde hâlâ hesaplaşma içerisindeydiler. Çağdaş Türkü, Yeni Türkü, Mozaik, Ezginin Günlüğü gibi gruplar da bu hesaplaşmanın birer parçasıydılar. 90lardan itibaren 12 Eylülün tamamen kurumsallaşmasıyla da yeni bir kuşak yetişti. Şimdi Ezginin Günlüğünü, Yeni Türküyü bugün dinleyen çocuklar, 12 Eylül sonrası doğmuş kuşaktan. Ve 12 Eylül nedir diye sorduğunuzda en küçük bir fikirleri bile yok. Dolayısıyla her şey değişti. 12 Eylülün 90lardan itibaren kurumsallaşmasıyla o gruplar da o anlamda misyonlarını yitirdiler. Yeni isimlerle, yeni saundlarla yeni bir şeyler yapmaları gerekiyordu.
Kurtlar ortadan kalkarsa...
Tanju Duru müzik sektörünün ve uzağında durduğu piyasanın, sınıf karakterini çok iyi tahlil etmiş ender müzik insanlarından biriydi. Korsan üretimle ilgili sorumuzu Her işte olduğu gibi müzik sektöründe de bir yanda işin üreticisi, bir yanda alıcısı, ortada da o işin kurtları vardır. Şimdi bu korsan yayıncılık olayından en zararlı çıkan taraf bu işin kurtları. Bakmayın siz bu kadar koparılan yaygaralara. Müzisyenler konserlerle, etkinliklerle bir şekilde para kazanabiliyorlar. İşte bu kurtlar ortadan kalkarsa durum düzelecektir. Bu anlamda ben gidişatı olumlu görüyorum aslında. Artık müziğinizi insanlara ulaştırma şansınız o kadar fazla ki... Durumu bundan 20 yıl öncesiyle karşılaştırdığınızda çok net bir şekilde göreceksiniz. Örneğin, internete koyduğum üç şarkımı, Avustralyadan insanlar girip dinlemiş. Ürettiğin bir şeyleri insanlara sunmak istiyorsan, bundan daha rahat bir yol var mı? şeklinde yanıtlıyordu. Ve O kendi inter-net sitesinde albümünün tamamını ücretsiz bir şekilde müzikseverlerle paylaştı, ticari kaygılardan uzak.
Şimdi Duru Zamanların dip notu niteliğindeki, enstrüman çeşitliliği ve çalımıyla geçmişten geleceğe güzel bir mozaiğin melodik hali olan, o hüzünlü Nihai adlı şarkında kulağımız. Aklımızda durgun yüzün. Ama dediğin gibi Müzikte de sanatta da nihai imkansızdır. Durgun ve dingin sayılabilecek bir yapım var. Doğal olarak bu durum, yaptığım müziğe de yansıyabiliyor. Ama yaptığım müziğin sadece hüzünlü olarak algılanmasını istemem. O hüznün içinde umut da vardır. Veya o hüznün bize kazandıracağı belki bir dönüştürme kaygısı, bir şeylere farklı bakabilme yetisi.... Ve biz yine biliyoruz yeteneklilerle yeteneksizlerin ve de kurtların bulunduğu bu arenada nice ustamızı zamansız kaybedeceğiz. Hüzünlüyüz ama umutluyuz...
Nihat İlbeyoğlu