09 Ekim 2008 00:00
ÖZGÜRLÜKLER
Türkiye, demokratik ülke olma isteksizliğinin ve kararsızlığının acılarını ve sancılarını yaşıyor. Bunda Türkiyeyi yöneten politik ve bürokratik kadroların sorumluluğu büyük.
Türkiye, demokratik ülke olma isteksizliğinin ve kararsızlığının acılarını ve sancılarını yaşıyor. Bunda Türkiyeyi yöneten politik ve bürokratik kadroların sorumluluğu büyük.
Otoriter ve yer yer totaliter özellikler taşıyan Türkiyenin anayasal ve yasal sistemi, sorunun bizzat kaynağıdır. Önce bunu tespit edelim.
Sürekli ve sistemli sorun üreten sistem, kriz halini de sürekli kılmaktadır. Dolayısıyla en küçük bir demokrasi hamlesi bir süre sonra geri alınmak istenmektedir.
Bunun sonucu, sistemin hiçbir zaman demokratikleşememesidir.
İnsan hakları, bütün otoriter/totaliter sistemlerde olduğu gibi, Türkiyede de güvenliği tehdit eden bir kavram olarak algılanmakta; koyu bir karşıtlık sergilenmekte ve yasaklama rejimi uygulanmaktadır. Bu bağlamda, insanların temel haklarına, örneğin, yaşam hakkı, işkence görmeme hakkı, kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı,adil yargılanma hakkı, haberleşme, özel hayatın gizliliği,konut dokunulmazlığı, düşünce ve ifade özgürlüğü haklarına; kültürel haklar bağlamında örneğin anadilinde konuşma, yazma, yayın yapma, eğitim ve öğrenim görme, ibadet etme, hizmet alma ve verme haklarına karşıt tutumlar sergilenmektedir.
Ne alakası var terörle, anadilde konuşmanın, yazmanın serbest olmasının?
Ama insan hakları karşıtlığı bazılarını (politik ve bürokratik kadrolardan bazılarını) yasaklama rejimini oluşturmaya ve uygulamaya götürmektedir.
İsteklere bakın:
Arama, gözaltına alma ve gözaltında ifade alma, gözaltında tutma süresinin arttırılması, yardım ve yataklık kavramının yeni içeriği ile kabulü, sivil otorite izni ya da onayı olmaksızın operasyon yetkisinin tanınması ve benzeri yetkiler...
Keyfi arama yetkisi istiyorlar. Halbuki arama yetkisinde eksiklik yok, fazlalık var. Vatandaşı rahatsız edici ve yetkilerin keyfi kullanımına dair örnekler çok. Bu keyfiliğe yargı da ortak. Örnek olsun, genel arama kararı verilemez ama diyelim ki, 500 bin nüfuslu Ankaranın, İstanbulun ilçelerindeki yargıdan genel arama kararları veriliyor ve gece gündüz keyfi biçimde herkese kimlik sorulabiliyor; yolda çevrilebiliyor insanlar. Oysa bir saniye bile devlet yetkisi kullanılıp bireyin özgürlüğünün sınırlandırılabilmesi için hukuksal gerekçesi olması gerekir, kamu otoritelerinin. İtiraz etsen dayak yiyorsun. Sorun yetki azlığı değil, fazlalığı
Sorun,varolan hakların (insanların haklarının) kullanımındaki sorunlardır.
Gözaltı süresini en az iki katına çıkarmak istiyorlar.
Niye? Ne yapacaksınız insanlara bu uzun sürelerde?
Cevap yok.
Sorun şudur: İnsan hakları ile güvenlik ilişkisinde ya da denkleminde (özgürlük-güvenlik denklemi de denilebilir buna), güvenlikçi bakış egemen kılınmak isteniyor. Oysa güvenlik de dahil temel olan insandır. Kimin güvenliğinden söz ediyorsunuz? İnsanın mı, nesnenin mi? Söz konusu insan ise, insanın, toplumun güvenliği daha çok hak ve özgürlük tanınarak ve uygulanarak sağlanır. Bütün demokratik ülkeler en fazla güvenliğin (insan ve toplum güvenliğinin) sağlandığı ülkelerdir. En güvenliksiz ülkeler de otoriter/totaliter sistemlerdir. Haritaya bir bakın!
11 Eylülden sonra terör ya da güvenlik nedeniyle (aslında bahanesiyle) özgürlüklerde sınırlamaya gidildi kimi ülkelerde. İnsan hakları ihlallerine göz yumuldu.
Türkiyede de ihlaller az bulunuyor ki, yetki isteniyor. Klasik çelişme gündemde:
Bireyin devletle ilişkisinde insan hakları ve özgürlükleri ne denli geniş olursa, o ülke demokrasiye o ölçüde yaklaşır; insanlar o ölçüde özgürleşirler. Yok, devletle ilişkilerinde, devlet yetkisi ne denli geniş ve haklar ve özgürlükler de ne denli sınırlı olursa, insan o ölçüde tutsaklaşır. O sistem otoriterleşir, totaliterleşir.
Belki bu bahiste doğru teşhis şöyle olabilir:
İnsan hakları karşıtlığı patolojik bir durumdur!
Hüsnü Öndül