16 Ekim 2008 00:00

AVRUPA GERÇEĞİ


Önceki gün başlayan Frankfurt Kitap Fuarı nedeniyle Almanya’da tam bir “Türkiye havası” esiyor. Gazete ve televizyonlar haftalardır Türkiye’yle ilgili özel yayınlar, programlar yapıyor. Çıkarılan fuar eklerinde yine Türkiye’deki kültürel, edebi, sosyal, ekonomik ve politik gelişmelere dikkat çekiliyor.
Daha doğrusu, Almanya bir kez daha Türkiye’yi bütün yönleriyle keşfetmeye çalışıyor. Çünkü fuarın bu yılki “onur konuğu” daha önceki “onur konukları”ndan farklı.
Frankfurter Rundschau’den Ina Hartwig’in yazdığı gibi, “Bu konukta bizi ilgilendiren bir şey var. Türkiye, Almanya’da yaşayan Türkiye kökenli göçmenler nedeniyle günlük yaşamımızı, İspanya’nın bir bölgesi olan geçen yılki konuk Katalonya’dan çok daha fazla etkiliyor. Şimdi Türkiye’nin elinde büyük bir fırsat bulunuyor. Dünyanın en büyük kitap fuarında kültürünü, doğu ile batı arasındaki mantalitesini, her şeyden de önemlisi edebiyatını tanıtması gerekiyor.”
Frankfurt Kitap Fuarı gerçekten de günümüz dünyasında en büyük entelektüel buluşmalardan biri olma özelliği taşıyor. Herkes ürettiğini burada dünya pazarına çıkarıyor, kendisini göstermeye çalışıyor.
Önceki günkü açılış töreni “onur konuğu” Türkiye’nin içinde bulunduğu durumu ve fuardan beklentiler gösterme bakımından tıpkı bir ayna gibiydi. Devlet erkanı Türkiye’nin bütün renklerini Frankfurt’a taşımayı vaat etmiş, ona göre bir konsept geliştirilmişti. Masa başında üretilen bu konseptin pratikte nasıl işlediği, açılış töreninde kendisini bir şekilde ortaya koydu.
Devleti temsilen Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, açılışta demokratik hak ve özgürlükler konusunda pembe bir tablo çizerek, önceki döneme göre çok iyi durumda olduklarını ileri sürdü. Düşüncü ve fikir özgürlüğüne getirilen sınırlamalar, 301. Madde gibi Avrupa tarafından yakından bilinen uygulamalardan söz etmedi, teğet geçti. Gül’ün “pembe tablo”su en azından misafir olunan ülkeden bir parça olsun öğrenmeye niyetinin olmadığını gösteriyor. Çünkü Almanya, Hitler faşizminden sonra geçmişiyle açık ve net bir şekilde yüzleşmiş, özeleştirisini vermişti. Ama Türkiye, yıllarca içinde bulundurduğu farklı renkleri tek renge düşürme gayreti içinde oldu. Siyah-beyaz dışındaki “öteki renkleri” yok saydı.
Kaldı ki, diğer konuşmacı Nobel Edebiyat Ödülü sahibi Orhan Pamuk, yapılan hak ihlalleri, baskılar, para ve hapis cezaları, 301. Madde konusunda ayrıntıyı bir döküm yaparak, Türkiye’de yazarlar ve yayıncılar üzerinde baskının halen devam ettiğini ifade ederek, haklı olarak “son yüzyılda yazarlara yönelik baskıların Türk kültürünü zenginleştirmediğini, aksine fakirleştirdiğini” söyledi.
Gül ne kadar düşünce ve fikir özgürlüğüne yönelik saldırıların üstünü örtmeye uğraştıysa, Pamuk örtüyü o kadar açmaya çalıştı.
Pamuk’un Türkiye’de farklılıklara tahammül edilmediği gerçeğini böylesine uluslararası bir platformda açık bir dille ifade etmesi, elbette “Bütün renkleriyle Türkiye” sloganını öne çıkaran devlet erkanını rahatsız etmiş görünüyor. “Bu güzel günde bu kadar eleştiriye ne gerek var” diyenlerin sayısı hiç de az değil...
Devleti temsilen Gül’ün takındığı tavır elbette, resmi düzeydeki tutumun gerçekten Türkiye’nin bütün renklerinin, kültürlerinin, geleneklerinin, dillerinin uluslararası düzlemde tanıtılması, anlatılmasını hedeflemiyor. Daha çok bu söylem üzerinden “modern” ve “demokratik” bir ülke olduğu görünümü yaratmayı amaçlıyor.
Bu bakımdan daha açılış töreninden başlayarak, hükümetin fuar boyunca pembe tablo yaratarak “Türkiye’nin bütün renkleri”ni gösterme niyetinde olmadığı anlaşıldı.
Kaderin cilvesine bakın ki, Türkiye geçen yıl “onur konukluğu”nu İspanya’nın “farklı bir rengi” olan Katalonya’dan almıştı. İspanya hükümeti, Katalonya’ya “onur konuğu” statüsü verilmesine tepki göstererek, bunun “bölücülüğü güçlendireceğini” ileri sürmüştü. Ama, fuar yönetimi kararından geri adım atmamıştı.
“Onur konukluğunu” Katalanya’dan teslim alan Türkiye, kendi Katalanları* sayılabilecek Kürtleri, hazırlık aşamasında dışta tutulunca pek çok Kürt yayınevi, protesto nedeniyle fuara katılmaktan vazgeçti. Buradan bakıldığında, Frankfurt’ta Türkiye’nin “bütün renkleri”nin ne kadarının yansıtıldığı tartışmalıdır.
Ama bütün bunlara rağmen, böylesine uluslararası bir fuarda Türkiye’nin çok uluslu, çok kültürlü ve çok inançlı bir ülke olduğu gerçeği anlatılmalı. Bunu da fuarda temsil edilen resmi konseptin dışındaki farklı sesler, anlayışlar ve de ziyaret için gidecek olan kitapseverler yapabilir.
Aslına bakarsanız, bütün bu olup bitenleri Türkiye’nin fuar logosu olarak belirlemiş olduğu “çok renkli labirent” ortaya koyuyor. Evet; Türkiye, her bakımdan çok renkli bir ülke. Ama buna rağmen egemenler tarafından sürekli siyah-beyaz gösterilmeye çalışıyor. Çok renkli labirentin içinde kaybolmuş, yolunu bulamayan köhnemiş, tek dil- tek ulus- tek mezhep anlayışının artık iflas ettiği artık görülmeli. Ekonomik, kültürel, siyasal olarak bir labirent gibi karmaşık görünen problemleri olan Türkiye’nin kurtuluşunun, görebilenler için aslında çok basit yolları var.
Yeter ki; labirent ülkesinin çok renkli olduğu içten kabul edilsin ve yüksek sesle ifade edilsin. O zaman, çıkış yollarını bulmanın ne kadar kolay olduğu görülecektir. Ve bugün, labirentten çıkış yollarını görebilenlerin, sesini çok daha yüksek çıkarmanın tam da zamanıdır.

* Kürtler’in İspanya’daki Katalanlar kadar hakları yok. Özerk bir bölge olan Katalonya’nın kenti meclisi var. Kendi dilinde eğitim veriyor.
Yücel Özdemir

Evrensel'i Takip Et