30 Ekim 2008 00:00

ÖZGÜRLÜKLER

Babası için hâlâ çocuk, biyolojik olarak da 18 yaşında olan genç, gitarına eğilmiş, pür dikkat çalıyor. Kendini iyice vermiş, gitarın çıkardığı seslere ya da gitara… Annesi, babasına sesleniyor; “Oğlan gitar çalıyor bizim için, biraz dinleyelim” diyor

Paylaş

Babası için hâlâ çocuk, biyolojik olarak da 18 yaşında olan genç, gitarına eğilmiş, pür dikkat çalıyor. Kendini iyice vermiş, gitarın çıkardığı seslere ya da gitara… Annesi, babasına sesleniyor; “Oğlan gitar çalıyor bizim için, biraz dinleyelim” diyor. Anne-baba dalıp gidiyor melodiyle. Su gibi… Bir yükseliyor hafifçe, bir alçalıyor… Dalga gibi… Üç yerde sanıyorum, melodi tekrarlanıyor.
“Biz bu karanlık yolun sonunda, doğacak güneşi görüyoruz.” Avusturya İşçi Marşı’nın bu sözleri bilmem ki, kaç bininci kez adamın dudaklarından dökülüyor, uygun mekanlarda. Hem de yüksek sesle. Sadece o kadar da değil. “Yar, yaaar yar, aamaan aman, yaaar yaaar” diye başlayan türkü de bu haliyle söyleniyor, bilmem kaçıncı kez. Venedikli Giorgo da eşlik etmeye ve tekrarlamaya çalışıyor, staj yaptığı yerdeki bu tuhaf, ama samimi seslere, havaya… Ve elbette, “dostların arasındayız, güneşin sofrasındayız” da sayısız kez yankılanmıştır yıllar yılı, her gün kim bilir kaç kez... İnsanlık halleri bu. Sivil alandaki bir çeşitlilik. Kendi doğal ortamında insan ruhu, ritmini arıyor, şekil alıyor mu diyelim?
Müzik bu. En acılı anında ve/veya sevinçli anlarda sakinleştiriyor, coşturuyor; seni alıp götürüyor ya da götürür gibi yapıyor.
Geçen haftadan beri Diyarbakırlı çocukları düşünüyorum. Osman Baydemir, birkaç yıl önce 28 bin çocuktan söz etmişti sokakta çalışan, yaşayan… Başka kentlerde de gördük o çocukları. Yoksulların çocuklarını. İlköğretim çağında. Beş on yıl önceki çocuklar da öyleydi. Onlardan bazıları büyüdü; bazıları henüz 20’lerinde öldürüldüler, hapislere atıldılar.
Bugünlerde, Doğu’da Güneydoğu’da, çocukları görüyoruz. 5 yaşındaki bebeler zafer işareti yapıyorlar. Bazen de taş görüyoruz. Taşa karşı bazen de taş görüyoruz. Polislerin kaskı var, ötekiler çocuk ve korumasız. Taşa karşı taş ilişkisinde bile eşitlik yok. Taşa karşı taştan öte bir durum var. Göz yaşartıcılar kullanılıyor, biber gazları. O da yetmiyor, hakiki mermiler.
Mesele bu mudur?
Sokaklardaki, yaşları henüz 7-8 olmuş çocukları etkisiz hale getirmek midir? Döverek, kol kırarak, kafa göz patlatarak… Bunlar yetmezmiş gibi, yargıyı devreye sokarak 50-100 çocuğu hapislere atmak mıdır çözümünüz? Bir de yeşil kartınız kalmıştı kullanmadığınız silah olarak. Bu mudur çözümünüz, sağlık hakkını elinden almak mıdır çözüm? Aile boyu cezalandırmak.
Vurmak, kırmak vatandaşı. Çocukları...
Anlamaya çalışmamak.
Hak temelli yaklaşmamak hiçbir konuya. Hep ve ilk önce zoru devreye sokmak. Önce polis, olmadı asker. Önce polis, yetmedi asker… Tekrarlanıyor. Yasakla, yok et! Yasakla, vur! Öldür!
Düşünme dilini, dinini, kültürünü farklı olanların. Ne azınlık hakkı dinle, ne kültürel hak. Ne hukukun üstünlüğü ilkesini uygula, ne demokrasi ilkesini.
Ne özgürlük, eşitlik olsun dayandığın değerin; ne dayanışma, barış ve ne de insan onuru…
Ne yalan söyleyeyim, rejimin de müziğin gibi…
Müzik bulunduğunuz fiziksel ortama, psikolojik durumunuza ya da genel olarak duruma göre size gelebilir. Siz çağırabilirsiniz. Bir tını. Bir ses. Melodi...
Belki, kentlerinizin ana caddelerinde militarizmin sesleriyle rap rap uyanırsınız. Marşlardır müzik dedikleri. Askeri müzik ne kadar müziktir, bilemem artık. Tank sesleri, top sesleri ya da savaş uçaklarının sesleriyle, mesela aşk, mümkün mü? Naiflik…
Mayını patlatmışsın, taramışsın kuşları, atları, tavukları ve çocukları… Daha fazla ölüm için çıkaracağın sesler midir, anlamamız ve hoşlanmamız gereken müzik?
“Askeri müzik ne kadar müzikse, askeri yargı da o kadar yargıdır” derler ya, teşbihte hata olmaz, oradan esinlenebiliriz belki. Rejim de öyle. Askeri demokrasi ne kadar demokrasi ise Türkiye demokrasisi de o kadar demokrasidir.
Kriz anlarında insan, sükunet arar. Sakin olup, verileri ve durumu soğukkanlı olarak değerlendirmek ister. Dinginlik… Bir büyük fırtına öncesinde ya da fırtına kapımıza dayanmışken, öyle anlarda coşkuyu da ifade etmek ister…
Daha özgür, daha mutlu ve insan onuruna uygun ortamlar düşler.
Düşler…
- Biz bu karanlık yolun sonunda, doğacak güneşi görüyoruz!..
Hüsnü Öndül
ÖNCEKİ HABER

Çağdaş cinayetinde açıkça kasıt var

SONRAKİ HABER

‘Ne olur anne imza toplama’

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...