01 Kasım 2008 00:00
90 yılı dolduran çaba
Ülkemizde yayıncılığın bugün olduğu kadar kurumsallaşamadığı, para getiren bir sektöre dönüşmediği dönemlerde yayıncılık yapan Hüsamettin Bozok, kitabı hayatının en büyük gayesi olarak gören yayıncılardan biri.
Ülkemizde yayıncılığın bugün olduğu kadar kurumsallaşamadığı, para getiren bir sektöre dönüşmediği dönemlerde yayıncılık yapan Hüsamettin Bozok, kitabı hayatının en büyük gayesi olarak gören yayıncılardan biri.
Türkiyede uzun yıllar yayıncılık yapmış, dergi çıkarmış ve ülkemizin bugün adı bilinen belli başlı şairlerinin ilk kitaplarını basmış olan Hüsamettin Bozoku, yalnız yaşadığı Merterdeki evinde ziyarete gittiğimizde evi binlerce kitapla dolu olan bir insanla karşılaştık.
Edebiyatla olan bağınız nasıl oluştu?
Roman okurdum, edebiyata meraklıydım. 1936da Yeni Adam diye bir dergi çıkıyordu, o zaman haftalık tek fikir gazetesi o idi. 1936da dergiye mektupla bir yazı gönderdim, yayınlandı. Fikir gazetesiydi, böyle kısa kısa da yazılar alırdı. Ben de yazmaya başladım sonra. O günlerde Almanyada olaylar olmuştu, antifaşist bir Alman vardı, ben de onun için yazı yazdım dergiye, basıldı. Ondan sonra da ben dergiyi buldum, oraya gider gelir oldum.
Bir de Nâzım Hikmetin akrabası olan Vedat Bey diye biri vardı. Zamanın bütün tanıdık simaları onun yanına geliyordu. Ahmet Hamdi Tanpınar geliyor, bilmem kim geliyor. Onun yanına gider gelir oldum sonra. Herkesi tanıdım orada, onlar da beni tanıdılar, ismim bilinir oldu. Yeni Adamda otura otura derginin neşriyat müdürü oldum. Yazıişleri müdürü yani. Sonra oradan Babıâliye taşındık. Bir ara Cumhuriyet gazetesine gittim, orada çalıştım bir zaman, derken öyle bir yayıldım ki, nereye gitsem birileri çıkıyor, bir şeyler yapıyoruz. Son Posta gazetesinde çalıştım bir ara da.
Tiyatro ve opera ile de bir ilişkiniz vardı galiba...
Ben Haydarpaşa Lisesinde üç dört sene kimya öğretmenliği yaptım. Dergi ve gazetelere zaten tiyatro yazıları yazıyordum. Tepebaşı Tiyatrosu daha yanmamış o zamanlar. Bir gün basın danışmanlığı için çağırdılar, gittim ben de. Gazetelerde bilmem nerede tiyatro var, opera var diye yazılar yazıp, tanıtımlar yapıyorum.
Yani bu kuruluşların basın işlerini hallediyorum. Memlekette bu işi yapan başka kimse yok. İşim gücüm yok, bütün oyunları seyrediyorum. Opera son zamanlarında Devlet Operası oldu, o zamanki parayla 5 lira aylık alıyorum. Oradan ayrıldıktan sonra Muhsin Ertuğrul çağırdı, onun yanında da çalıştım. Ben hem Şehir Tiyatrolarında hem operada, hem de öğretmenlikte aynı anda çalışıp, para aldım.
Yeditepe dergisinden biraz bahsedebilir misiniz?
Ben Yeditepe dergisinde hep şiir yayınlamaya gayret gösterdim ve ağırlıklı olarak şiir bastım. Şairlerin şiirlerini basıyorum, yazılarını basıyorum. 255 tane kitap basmışım Yeditepede, ufak ufak ama çoğu şiir. İlk kitap Fazıl Hüsnü Dağlarcanın, sonra Oktay Rıfatın, Orhan Velinin... Halikarnas Balıkçısının yedi tane kitabını basmıştım. Melih Cevdetin, sonra o İkinci Yenicilerin eserlerini hep ben bastım. Efendim bunlar içerisinde ilk kitabını bastıklarım da vardır. Bu da onların edebiyat dünyasınca tanınmalarını sağlamıştır. Mesela bunlar içerisinde Cemal Süreyanın Üvercinka, Edip Canseverin Dirlik Düzenlik gibi kitapları bulunur.
Bu derginin farkı neydi?
Çeşitli dergiler vardı o zamanda, Varlık bunlardan biridir. Ama benim mecmuamda yalnız edebiyat yoktu, tiyatro vardı, resim sergisi vardı. Derginin aydınlanmacı bir yanı da vardı tabii. Çeşitli sanat dallarını inceler, yazılar verirdik. Bizde başlangıçtan bu yana gerçekçilik akımı daha ağır bastı.
Sosyalist gerçekçi akımın yazarlarına özel bir önem verir, onların eserlerini basardık. Ama şunu da belirtmek gerekir ki, Yeditepe dergisinin yüzü Batıya dönüktü, Doğu adına pek bir şey yapmadık. Avrupanın da bizdeki en iyi yansımalarını dergide yayımladım. İkinci Yeninin ne kadar adı varsa hepsinin şiirlerini ben bastım. Ne kadar varsa, aklına kim gelirse... Yani gelişmekte olan İkinci Yeniye de sırtımızı dönmedik, dönmediğimiz gibi bütün kitaplarını da biz bastık.
Yeditepe Yayınevi neler yaptı o yıllarda?
Pek çok yabancı ve Türk yazarı ilk biz duyurduk Türkiyede. Ama hiç kâr güdüsü gözetmedik. Hep zarar ediyordu yayınevi. Ben çeşitli işlerde kazandığım parayı burada harcıyordum. Bütün varlığımı edebiyata adamıştım. Bütün yazarların kitaplarını basıyordum. Yalnız Halikarnas Balıkçısının eserlerinden kâr ettim, biraz elimize para geçti. Öyle yayıncılık için devlet desteği falan da yoktu. Kendi çabamızla bu işi başarmaya çalışıyorduk. Ben operadan, tiyatrodan, öğretmenlikten kazandığım paraları buralarda harcadım.
Dergi de bize hiç kâr getirmedi. Bunlar kolay iş değildi Türkiyede. Bugün gelip istiyorlar vermiyorum, gelin burada bakın diyorum. Kitapları korumak için başka çarem yoktur. Ne yapayım?.. Yeditepeyi 1984te kapattım. 1954te başlamıştım. Kapatma nedenimiz ise bulunduğumuz binayı halıcılar doldurdu. İşhanı halıcılar tarafından istila edildi resmen. Biz de bıraktık çıktık. Sonra kiloyla sattım kitapları. O kadar kitabı koyacak yer bulamadım.
Mesela Panait İstirati vardır, onu ilk biz bastık, biz tanıttık Türkiyeye. Onu Türkiyede ilk defa ben çıkardım, ben bastım.
Bugünkü yayıncılığa nasıl bir birikim bıraktınız?
Ben müşteri hazırladım. 35 yıl para kazanmadım, karşılıksız kitap bastım, yeni şairleri, yazarları meşhur ettim. Ama bir okur kitlesi oluşturduk ya da yarattık. Pek çokları bizim kitaplarımızla okumayı sevdi. Şimdikiler bu birikimin üzerine yayıncılık yaptılar. Biz yolu açtık, temizledik. Okur kitlesi hazırladık. Eskiden Türkiyede kitap mı okunurdu ki?
Benim en kıymetli kitabım İlya Ehrenburgun adıma imzaladığı kitaptır. Kendisi İstanbula geldiğinde ben burada değildim, o zaman ona demişler ki, Senin kitaplarını yayımlayan bir arkadaş var burada ama şimdi şehir dışında; o zaman tanışamadık ama o da bana Devrim İçinde Bir Yazar isimli bir kitabının Fransızcasını imzalayıp bırakmış. Bu benim bugün en kıymetli kitabımdır. (İstanbul/EVRENSEL)
Turgay Keser