9 Kasım 2008 00:00
dünya yıkılırken, yeni bir şey yapmak ne güzel!
DİĞER HABERLER
metin yeğin
Metin Yeğin, objektifini yıllarca Dünyanın Sokaklarındaki çeşitli işçi eylemlerine ve direnişlere çevirdi. Belgesel sinemacı olarak tanıdığımız Yeğin bu kez, kurgusal ve uzun metraj bir filmle karşımızda olacak. D adını verdiği filmi, 1988deki ünlü Metris Firarını anlatıyor. Filmin çekimleri yaklaşık dört haftadır sürüyor. D filminin, Küçükçekmecede, eski bir barut fabrikasındaki setinde yönetmen Metin Yeğinle görüştük ve film hakkında sohbet ettik.
Metin Yeğini çektiği belgesel filmlerle tanıyoruz. D ilk uzun metraj ve kurgusal sinema filminiz olacak. Buna neden ihtiyaç duydunuz ve nasıl karar verdiniz?
Aslında ben bir anlatıcıyım ve başından beri sokakları anlatıyordum. D filmi de başka bir şey değil, sokağı ve esas olarak da 1988deki Metris firarını anlatan, birebir belgesel olarak değil ondan esinlenen bir film. Son zamanlarda yapılan bütün filmlerde devrimciler hep işkence gören, dayak yiyen, evin zavallı mazlum çocuğu olarak gösterildi. Biz başka bir şey ortaya koymak istedik. En zor koşullarda bile bir şeyler yapabildiğimiz bir durumu anlatmak, aslında gol attığımız bir film yapmak istedik. Ve bunun için de Metris firarını konu alan bir film çekmeye başladık.
O kadar çok yenildik ki... İnsanlar bu filmi seyrettikten sonra zafer duygusuyla, gülerek dışarı çıksın istedik. Belgesellerde de tanımladığım şey, sadece bir olayı anlatmak değil; direnişi, karşı çıkışı anlatmaktı. Çünkü her zaman söylediğim gibi filmin objektif olamayacağını düşünüyorum. Kamerayı kullanıyorsanız siz bir tarafsınız. Biz bir tarafız ve yine sokağı, sokağın gerçek çocuklarını anlatan bir film yaptık.
Filmin çeşitli sahnelerinde olayın gerçek kahramanlarını da görüyoruz. Bununla neyi amaçladınız?
Olayın gerçek kahramanlarını farklı rollere koyarak olayın gerçekliğine başka bir boyut katmak istedik. Onlar da hayır demediler ve filme katkı sunmak istediler. Mesela yaşanmış bir soygun sahnesi var filmin içinde. O gerçek soygunda yer alan bir kişi soygun sahnesinde müşteri olarak görünüyor mesela. Yine Metris firarileri filmin farklı yerlerinde görünüyorlar. Metriste kalanlar ve o firarın içerisinde olanlar başka bir yerlerde görünüyorlar. Biz D filminde devrimcileri anlatmak istedik. Bu yüzden de amacımız geçmişten geleni bugüne aktarmak.
Filmin önemli bir kısmı cezaevinde geçiyor. Mekanları nasıl tespit ettiniz ve platoyu nasıl hazırladınız?
Travenyanın sevdiğim bir lafı var Tanrı bana deha verdi ve geliştirmem için yoksulluk ekledi diye. Bu şekilde, olanaksızlıklar içinde olanaklar yaratmaya çalışıyoruz. Diğer yandan, bu bir cezaevi filmi için de çok uygun. Çünkü cezaevinin temel unsuru, elde hiçbir şey yokken yeni bir şeyler yaratmaktır. Ve dolayısıyla bulduğunuz herhangi bir şeyden her şeyi yaratabilirsiniz. Mekanları biraz böyle yarattık. Klasik mekanları kiralamak yoluna gitmedik, çünkü çok fazla paramız yoktu. Onun için eski bir fabrikayı cezaevi haline getirdik. Böyle bir olanağımız olunca da, görsel nedenlerden dolayı birkaç değişiklik dışında Metrisin hemen hemen aynını inşa ettik. Tabii bunda bazı sorunlarımız oldu. Ama yine de maket gibi bir bina değil, gerçeğe yakın bir bina ortaya çıkardık. Cezaevinden çıkan arkadaşlar da burada sürekli bize danışmanlık yaptılar. O yüzden mekan epey gerçekçi oldu ve filmin çekimleri bittikten sonra, önümüzdeki cumartesi günü burada, eski Metriste yatan, firar eden-etmeyen arkadaşların da katılacağı bir parti vermeyi düşünüyoruz. Metris, Türkiye siyasi tarihinde çok önemli bir yer tutuyor. Tabii burada etrafımız demir parmaklıklarla dolu; belki eskiyi, işkenceleri, baskıları hatırlatması açısından çok kötü, ama bütün bunlara rağmen bu özgürlüklerine giden insanlar için yapılmış bir parti olacak. Bu parti, bütün dünyanın yıkıldığı bugünlerde, yeni bir dünya için bir şey yapmış olmanın partisi olacak. Antoni Quin, Zorba filminde Dünya yıkılırken, yeni bir şey yapmak ne güzel diyor. Biz de bunun için film yapıyoruz. Kapitalizm o görkemli gücünü yitiriyor. Bizim ısrarla ve sürekli söylediğimiz şey oluyor şu anda. Daha çok küçük küçük çıtırdıyor. Bu çıtırdamaların çok daha büyüklerini dinleyeceksiniz. Bizi etkileyecek muhakkak ama bu Romanın yanmasını seyrederkenki duygular gibi geliyor bana. Çünkü Roma yanarken sadece kentin kendisi değil, bir yandan oranın entrikaları da yanıyordu. Bir tanıma göre böyle. Diğer tanıma göre de Neron rant için sadece yoksullarım bulunduğu yerleri yakmıştı. Dünyanın bütün yıkılmaları içinde biz yeni bir şey yapıyoruz. Birçok filmde bir güç gösterisi olarak Bizim filmimiz 1 buçuk milyon dolarlık bütçeyle çekildi diye söylüyorlar. Biz de bir güç gösterisi olarak söylüyoruz ki, bizim filmimiz milyon dolarlarla değil, dayanışmayla, sadece ve sadece gönül bağıyla çekiliyor. Ve filmimiz insan soluklarından oluşan bir film. Bütün geçmişin filmlerinden esinlenen, geçmişin deneyimlerinden ve eylemlerinden etkilenen ama esas olarak gelecek için yeni bir başlangıç noktası olmasını istediğimiz bir film.
Set ekibi ve oyuncularla ayrı ayrı görüşüp onlardan da görüşler aldım. Bu bahsettiğiniz şey onlara da yansımış. Böyle bir filmin içinde oldukları için mutlu olduklarını söylüyorlar. Castı nasıl oluşturdunuz? Oyuncu seçimini neye göre yaptınız?
Tabii arkadaşlar öyle söylüyorlar, genellikle de öyle, ama bu sorunsuz bir iş demek değil. Sorunlarımız da var. Çünkü çok küçük olanaklarla hareket ettik baştan beri. Yani setin yüzde 90ına sadece ulaşım ve yemek imkanı sağladık. Cast da tamamen gönüllü olarak çalışıyor. Onlar da bir yandan yaşamlarını idame ettirmek zorundalar. Ve hepsi kısıtlı ekonomik koşullarda yaşıyorlar. Ama bizim burada yaşadığımız esas güçlük ise onların normal işlerini aksatmayacak bir biçim yaratmamız. Bu matematiksel bir duruma dönüştü. Çünkü bir sahne çekiliyor ve o esnada 2 kişi başka bir tiyatro oyununda yer alıyor ya da başka bir sette çalışmak zorunda. Tam o sahneyi bitiriyoruz bu sefer başkası bir tarafa gidiyor. Bayağı esnek ve bazen insanların çok bekledikleri ama aynı zamanda da farklı şeyler yarattığımız bir biçim yürütmeye çalıştık. Ve bu şekilde de esas çalışma saatleri gene çok uzun oldu ne yazık ki. Ancak gene de insanların birbiriyle dayanıştıkları ve birbirlerini anladıkları bir ortam oluşturmaya çalıştık.
Peki insanlar nasıl, ne zaman ve ne şekilde izleyecekler bu filmi?
Ocak ayının ortasına doğru filmin montajının biteceği kanısındayım. Sonrasında festivallerde gösterilir diye düşünüyorum. Festivallerden sonra da vizyona giren bir biçim halini yaratabiliriz herhalde. Bu tabii sadece bize bağlı bir şey değil. Gene kapitalist pazara sunulan bir durum. Mutlaka ki bazı zorluklar çıkacak. Ama bunu yapacağız. Olmazsa da daha önce yaptığımız gibi başka türlü ulaşma biçimlerini deneyeceğiz. Yani insanların sevdiklerine verdikleri, sevmediklerinden sakladıkları bir biçim yaratacağız ve mutlaka insanlara ulaştıracağız. Ama şimdi ekip olarak çekimlerin bitmesine odaklanmış durumdayız. Demin de söylediğim gibi çekimleri çok güç koşullarda gerçekleştirmeye çalışıyoruz. İlk işimiz bunları bitirmek. Ve ondan sonra da Hayat Televizyonundaki programlara tekrar başlayacağım.
Başka eklemek istediğiniz bir şey var mı?
Bizler dünyayı yeniden yaratacak olanlarız. Ve onların simgelerini taşımaya çalışıyoruz. Ve D filminin de böyle bir simgenin içerisinde bir yerde olmak ve bu duyguları başka tarafa taşımak için bir araç olarak görülmesini istiyoruz.
Mutlaka kazanacağız yani Venceremos!
Mehmet Öner
Evrensel'i Takip Et