15 Kasım 2008 00:00
EKONOMİK PERSPEKTİF
Dünya Bankası uyarıyor; Türkiye büyük bir krizin eşiğinde. Sermayenin organik iktisatçıları da görev bilirmişçesine kötü senaryolar çizmeye başladılar.
Dünya Bankası uyarıyor; Türkiye büyük bir krizin eşiğinde. Sermayenin organik iktisatçıları da görev bilirmişçesine kötü senaryolar çizmeye başladılar. Dürüst toplum bilimcilerin son kaç yıldır söylediklerini farklı bir dille şimdilerde kendileri ifade ediyorlar. Emekten yana sosyal bilimciler ve iktisatçılar özellikle son iki yıldır bağırıyor; Kapitalizmin en derin krizlerinden biriyle karşı karşıyayız diye. Bu sese burjuvazi bir gülmeceyle karşılık veriyor; Marksistler, son 2 krizin 5ini doğru bildiler diye.
Bugün gelinen nokta, ne gerçek üretimin 11 katını aşmış finans piyasalarının zararlarının göz göre göre halka fatura edildiği gerçeğini, ne de hızla tükenen ülke ekonomilerini açıklıyor.
Gerçek tam da hayatın içerisinde
Geçtiğimiz cumartesi günü katıldığım bir panelde, sendikaya üye olması sebebiyle Desada işten atılan Emine Arslanın anlattıkları, Marksın bahsettiği gerçek boyunduruku tüm çıplaklığıyla gözlerimizin önüne serdi. Emine Arslanın tüm anlattıkları üzerinden, ben pantolonuma taktığım kemerden, elimde taşıdığım çantadan tiksindim. Çok şey değil; insanca yaşayacak bir gelir ve insanca çalışacak koşulların bile ne kadar uzakta olduğunu bir kez daha gözlemledim.
Hafta ortasında, her zaman gittiğim erkek kuaförüne gittim. Saçlarımı kestirmek için... Saçımı kesen berber gitmiş sanki bambaşka bir insan gelmişti yerine. Soğuk ve kaygılı bakıyordu gözleri. Neyin var? dedim. Hocam sorma, buradaki son günüm bugün dedi. Neden? dedim. Hocam, patron işten çıkartıyor beni, kriz varmış. Onun için eleman sayısını azaltmaları gerekiyormuş dedi. İki yazı önce değindiğim kriz edebiyatının somutlaşmış halini yaşayarak gördüm.
Perşembe akşamı erken bir saatte, Boğaziçi Köprüsü yolunda Avrupa yakasına geçmeye çalışan biri olarak; neden bu kadar trafik var bu saatte sorusunu sorarken kendime, köprünün orta yerinde birçok polis arabası gördüm. Elbette bu görüntüyü tamlayan başka bir görüntü daha vardı: 30lu yaşlarda (sermayenin aktif nüfus tanımlamasına uygun) bir adam, köprünün parmaklıklarında; deniz tarafındaki gövdesiyle, belki de son sigarasını içiyordu.
Tuzlada kanlı tersanelerin sahipleri bu hafta bir araya geldiler. İman tazelediler. Kriz var, işçi çıkartmalıyız dediler. Kararlılıklarını göstermek için bin işçinin işine hemen son verdiler. Bin işçinin, bin tane karısı ve binlerce çocuğu evde çorbasız kaldı, kalemsiz kaldı.
Dün derste mezun olmaya namzet öğrencilerimle sohbet ettim. Çocuklar, biraz tadını çıkartın son senenizin dedim. Biri kalktı içlerinden. En çalışkanı... Gözleri en felfecir olanı. Dedi ki: Hocam, şimdi üniversitede kendimizi ve ailemizi avutuyoruz, ama biliyoruz ki okul bittiğinde bahanemiz ve işimiz olmayacak.
Ekonomik krizin, televizyon ekranlarında ve burjuva basınında akan, günlük ve istatistiksel görüntülerinin ötesinde gündelik hayat bize gerçeği yansıtıyor. Yıllardır borcuna borç katarak günlük faaliyetini sürdüren küçük esnaf da, yıllar geçtikçe geliri azalan işçi de biliyor ki, yaşadığımız buhran bizi yoksullaştırıyor, köreltiyor, azaltıyor.
Kriz kimin krizi? Bu soruya son birkaç ayda çok fazla muhatap oldum. Cevabım hep aynıydı: Kriz sermayenin krizidir. Ama bir başka gerçek daha var; işçi, emekçi ve yoksul halk kesimlerini ilgilendiren. O da şu; sermayenin krizine işçi sınıfının ve onun öz örgütlerinin krizleri de eşlik etmiştir. Bu gerçeği kabul etmeden, krize karşı atılan her adım eksiktir.
KESK-DİSK-TMMOB-TTB ve Çiftçi-Senin bağlı sendika şubelerinde tartışmadan, adeta iş bitiricilikle açıkladığı; ulusal kalkınmacı ve kapitalist plancı program, bunun en somut örneğidir.
Neyse ki, sınıftan yana bazı sendikalar, emekçiler adına programcılık yapmak ve bu programları akademisyenlere ısmarlamak yerine, somut talepler üzerinden mücadele dinamiklerini tartıştırlar. Birleşik Metal İşçileri Sendikasının sendika temsilcileri ve bilim insanlarıyla tartışarak oluşturduğu Mücadele ve Talepler Programı ve Limter-İşin açıkladığı talepler, işçi sınıfı, emekçiler ve yoksul halk kesimleri için mücadelenin yönünü de çizdi.
Şimdi; Kıraçta, Topkapıda, Bursada, İçerenköyde yerel olarak örgütlenen, Krize Karşı Dayanışma Platformları ve DİSK, KESK ve diğer bazı demokratik kitle örgütlerinin destek vererek tüm ülkede örgütledikleri, 15 Kasım Oturma Eylemleri ve 29 Kasımda Ankarada düzenlenecek Krize, İşsizliğe, Yoksulluğa ve Zamlara Karşı Emek, Barış ve Demokrasi Mitingi, krize karşı gündelik hayatın ne ifade ettiğini daha net bir biçimde anlatacaktır.
Sinan Alçın