21 Kasım 2008 00:00

Namık Tarancı cinayeti ve Ergenekon’un meçhulleri

Tarancı’dan halka bağlı gazeteciliğin bayrağını devralan bizler susmadık ve bugün daha gelişkin araçlarla, daha yüksek sesle konuşuyoruz

Paylaş

Gerçek dergisi Diyarbakır Temsilcisi, Gazeteci-Şair Namık Tarancı’nın katledilmesinin üzerinden tam 16 yıl geçti. Musa Anter, İzzet Kezer ve daha pek çok gazetecinin, Güneydoğu illerinde görev yaparken katledildiği ve faillerinin “meçhul” bırakıldığı bir dönemde aramızdan alınmıştı Namık Tarancı da.
Bugün Van muhabirliğimizi yaparak Namık Tarancı’nın izinden giden yeğeni sevgili Yılmaz Tarancı, onun mücadeleci yaşamını dün gazetemizde yer alan yazısında çok güzel bir dille anlatmıştı. Bu yazıda ise, Namık’ın gazeteciliği ve katledilişine değineceğiz.
Tarancı nasıl bir memleket isterdi?
“Yaş otuz beş yolun yarısı eder/Dante gibi ortasındayız ömrün” dizelerinin sahibi Diyarbakırlı Şair Cahit Sıtkı Tarancı’nın yeğeni olan Namık Tarancı’nın gazeteciliğinin hangi amaçlara, hangi özlemlere bağlandığını anlamak isteyenler, bu sorularının yanıtlarının amcası Cahit Sıtkı Tarancı’nın şu dizilerinde bulabilirler:
“Memleket isterim Ne başta dert ne gönülde hasret olsun; Kardeş kavgasına bir nihayet olsun.Memleket isterimNe zengin fakir ne sen ben farkı olsun;Kış günü herkesin evi barkı olsun.Memleket isterimYaşamak, sevmek gibi gönülden olsun;Olursa bir şikayet ölümden olsun.”
Onun yakından tanıyanların ‘Kaptan’ diye andıkları Namık Tarancı, amcası Cahit Sıtkı’ya göre biraz daha sert rüzgarların, büyük okyanusların adamıydı ve giriştiği zorlu işlerin bedelinin neler olabileceğiyle pek ilgilenmezdi. Daha doğrusu, bu türden kaygılar, onun elini tutmazdı.
Hizbullah ile röportajın ardından gelen ölüm
Namık Tarancı en zor dönemde Gerçek Dergisi’nin Diyarbakır temsilciliğini yaptı. Deniz Özbaş ile birlikte gerçekleştirdiği Hizbullah röportajı, Gerçek dergisinde iki sayı üst üste kapak oldu. Bu röportajlarda Hizbullah’ın kuruluşu, amaçları ve gerçekleştirdiği cinayetlere dair cesur sorular ve önemli bilgiler yer alıyordu. Namık Tarancı, böylelikle aslında, ateşli bir sürecin fotoğrafını dışardan çekmek yerine, o ateşin içine girerek onu içeriden belgelemek istemişti.
Yani en zor olanını seçmişti. Ve bilge gazeteci Musa Anter’in katledilmesinden iki ay sonra, sıra ona gelmişti. 20 Kasım 1992 gününün sabahı temsilcisi olduğu Gerçek dergisinin Diyarbakır bürosuna giderken kalleşçe katledilen Namık Tarancı’nın, kimler tarafından öldürüldüğü, bu cinayetleri “faili meçhul” bırakan ve “devlet sırrı” perdesi arkasında gizleyenlerin dışında hiçbirimiz için sır değildi. Namık Tarancı’nın katledilmesini kapağına taşıyan Gerçek, o hafta “Gerçek Susmayacak” başlığıyla çıktı. Ondan halka bağlı gazeteciliğin bayrağını devralan bizler susmadık ve bugün daha gelişkin araçlarla, daha yüksek sesle konuşuyoruz. Bu da, onu katledenlerin amaçlarına ulaşamadıklarının, onun ideallerinin bugün çok daha büyüyerek sürdürüldüğünün en canlı kanıtıdır.
İpuçları Hizbullah’ı gösteriyordu
Namık Tarancı cinayetinin failleri konusunda ipuçları Hizbullah’ı gösteriyordu. O dönem bölgede JİTEM’in yönlendirmesiyle bu türden çokça cinayet işleyen Hizbullah, bu özelliği nedeniyle Hizbul-kontra olarak adlandırılıyordu.
Hizbullah’ın resmi bir koruma kalkanı altında gelişip faaliyetlerini sürdürdüğü, o dönemin resmi yetkililerinin açıklamalarıyla da çeşitli biçimlerde itiraf edilmişti. Bunlardan birkaçını hatırlatalım.
Devletin Hizbullah itirafları
15 Şubat 1993 günü Show TV’de yayınlanan 32. Gün programında dönemin İçişleri Bakanı İsmet Sezgin, “Hizbullah’ın PKK’ye karşı örgütlendiğini” söylemişti.
Batman Valisi Zeki Şanal da, 22 Şubat 1993 tarihli Cumhuriyet gazetesinde yer alan demecinde, “Bölgedeki radikal İslamcılar PKK’ye tepki olarak doğdu” diyordu.
Dönemin OHAL Bölge Valisi Ünal Erkan ise, Milliyet gazetesinden Özcan Ercan’ın sorularına verdiği ve gazetenin 17 Şubat 1993 tarihli sayısında yayınlanan yanıtlarda, “PKK çökertilmedikçe Hizbullah tipi ‘militan’ örgütleri çözmeye niyetleri olmadığını” açıklamıştı.
Dönemin bakanlarının bu sözleri, Hizbul-kontra tarafından gerçekleştirilen cinayetlerin neden aydınlatılmadığının da göstergesidir. Ve bugün Ergenekon davasında, Diyarbakır gibi pek çok bölge ilinde gerçekleşmiş olan cinayete odaklanılmamış olması, Ergenekon davasının en büyük eksikliklerinden birini oluşturuyor. Ergenekon davası onları görmeyebilir, es geçebilir.
Ama bu topraklarda gazetecilik yapan bizler, “Ergenekon’un meçhullerinin”, aslında derin devletin en kutsal yanını, en dokunulmaz tarafını temsil ettiğini biliyoruz. Bu cinayetler aydınlanmadan, benzer cinayetlerin gerçekleşmeyeceğinden nasıl emin olabiliriz?
Fatih Polat
ÖNCEKİ HABER

4 yıldır adalet bekliyorlar

SONRAKİ HABER

Aktan son yolculuğuna uğurlandı

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa