4 Aralık 2008 00:00
Şiire verilmiş bir ömür
GÜNÜN YAZILARI
Kadın şairlerin edebiyatımızda ve dünya edebiyatında azlığı, şiirin yoğun emek isteyişine bağlanır. Kadının toplumsal sorumluluğu ya da toplumsal sorumluluk adına ona yükletilen günlük işlerin ağırlığı şiir için, müzikte icracılık ya da bestecilik için olanak vermez denir. Kuşkusuz bu yargının doğru yanı vardır. Ancak tüm bu ağırlıkları aşmak, koşulları yenmek de edebiyatta ad olmaya yetmez. Hele günümüzün koşullarında. Şiirin belirli sayıda okuru ve o okur sayısını aşan sayıda heveslisi varsa.
Gerçekten şiire bir ömür vermek yürek ister. Şiirini hep taze tutmak için verilecek emek yanında ülkemizin sayısı az dergileri ki dergide yayınlanmak hem şiir hem öykü için ön koşuldur, şiire eğilmeyi zaman israfı sayan eleştirmenleri düşünülürse... Yine de kahramanlar az değil. Sessizce şiirinin kozasını ören, şiire verdikleri emek için hayıflanmayanlardan biridir Melisa Gürpınar.
İlk kitabı Umut Pembeleri yayınlanalı kırk altı yıl oldu. İlk yazısı yayımlanalı ise 49 yıl. Şiir kitaplarının sayısı on beşe ulaştı. Çocuklar için de yazıyor. Şiire verilen Halil Kocagöz Ödülünü İstanbulun Gözleri Mahmur ile almıştı 1991de, Yeni Zaman Eski Hayat adlı oyunu da 1994te Avni Dilligil Yılın En İyi Oyun Yazarı Ödülünü aldı. Melisa 2008i iki ayrı kitapla sonlandırıyor. İstanbul ile ilgili denemelerinin yer aldığı Dul Evinde İncesaz (Gürer Yayınları) ve yeni şiirlerinin yer aldığı Elyazısı Yılları (Turkuvaz).
İstanbul, İstanbul...
Melisa Gürpınar ne yazsa sözün sonu İstanbula ulaşır. Zaten İstanbul ile başlar söze. Değişen yaşam biçimleri, hoyratlaşan insanlarımız İstanbul odağından anlatılır. Çünkü Melisa Gürpınar (1942), çok eski bir İstanbulludur. Ataları, şehri fethedenlerle gelmişler şehre. Kızıltopraka yerleşmişler. Melisa Gürpınar, değişen İstanbula katılan tatların kimi zaman tatsızlıkların çizelgesini tutar, kimi zaman şakacı bir dille, İstanbul orta sınıfının portresini de çizerek:Sahi siz geçtiğimiz Kurban Bayramında güzel bir çoban kavurma yediniz mi yanında nar ekşili bir çoban salatasıyla. Biz, içinde çoban sözcüğü geçen bu iki yemeği de bilmezdik, kırsal kesim kültürüyle tanışmadan önce. Ancak Çoban Kızı şarkısı vardır ya, onu teyzem beni uyuturken ninni niyetine çalarmış kemanıyla... Herhalde bir çoban kızı kadar da özgür olmayı düşlermiş bu arada.
Melisa, şiir kavramını da böyle şakacı bir biçimde anlatır. Kara bir şakacılıktır bu:
Kırklı, ellili yıllarda, mazbut aile babaları, devlet dairesindeki bir küçük memuriyetten, her akşam eve belli bir yorgunlukla dönüp ve birkaç kadeh Marmara şarabını içip pijamalarını giydikten sonra yalnızca radyoyla ilgilenirlerdi. Bozuk radyoyla. Onarmak için, o kocaman ampullü radyoların kapağını kaldırıp bir yana koyduktan sonra ağızlarındaki sigaranın külünü bile silkeleyecek bir zaman bile bulamadan, olanca ciddiyetleriyle ellerindeki tornavidayla saatlerce kurcalayıp dururlardı aygıtı. Şiir yazmak da böyle büyüleyici bir uğraştır belki. Hem bir alışkanlığı, hem bir amacı, hem de saçma olanı barındırmaya başlar eylem kendi içinde. (...)sorumluluk isteyen bir iştir şiir yazmak. En has şairlerin bile şiir yazma eylemlerinde yukarıda anımsadığım o küçük memurun çaresizliğinden, içsel baskılarından, sıkıntı ve bıkkınlığından, kendine bir ortam arayışından, gizli bir sarhoşluk gibi sürekli yaşadığı acılarından, yansımalar vardır. Kendinden cılız bir ses almanın coşkusu ve onu başkalarıyla paylaşabilmenin mutluluğu da hemen yanı başındadır. Şiir, hem bir anda kırıp bozabileceğimiz eski ve hantal bir alettir, hem de içinden eşsiz ezgilerin yükselebileceği, sırça bir kutu.
Melisa Gürpınar, düzyazılarında nasıl bir kara alaycılığını şiirden bile esirgemezse, şiirinde o kadar, sevecendir, şiire ve sözcüklere:Küçücük bir kitapsın sen,/bilirim titreşirsin /yıllardır/tozlu rafların üstünde/ kendi kendine. Küçük mavi bir umut/birikse de gözlerinde,/susup önüne bakarsın,/ söner sesin gitgide. /.../ Bilirsin/o güzel yüzlü sözcükler/fazla gelince şiire,/nasıl da acımadan atılırlardı/kapının önüne./Ama yüksünmezdi onlar,/hemen uçar/başka bir aceminin/kalemine üşüşürlerdi neşeyle.//Ne olur sen de /küsme şairine./Yeni doğmuş her şiiri/büyüten odur koynunda/gizemli bir ninniyle/ve ömrünce/taşıyan odur yazdığını/özenle iç cebinde/Eğer ölmeseydi/terk eder miydi seni/yapayalnız bırakıp/bir sahaf vitrinine böyle
Melisa Gürpınarın sesi kimi zaman böyle hüzünle kimi zaman gülyağı sürünmüş kasabalılara alayla yükselir, hayır hayır onun sesine yükselir demek doğru değil, o hep bir sözsüz nağme gibi rüzgara, denizin dalgalarına uydurarak, rahatsız etmeden var olur, Bakın çevrenize duyacaksınız, çünkü o gözleri mahmur bir İstanbuldur.
*El Yazısı Yılları, Şiir, Melisa Gürpınar, Turkuvaz Kitap, 95 s.
** Dul Evinde İncesaz, Melisa Gürpınar ,Denemeler, Gürer yayınları, 215 s.
Sennur Sezer
Evrensel'i Takip Et